Cevat Sağlam



30.1.11

ÖFKEYİ YENMEK

Ah.

ÖFKEYİ YENMEK
   Fert,aile ve toplumu felâkete sürükleyen kötü huylandan biri de öfkedir.Öfke sözlükte,insanı,kendisini inciten veya çıkarına dokunan olaylara karşı,sertliğe ve intikama zorlayan ruhî bir kaynaşma,bir gerilim şeklinde tanımlanır;kızgınlık,hışım,gadap ve hiddet anlamlarında kullanılır.
  Öfke,kişinin düşüncesini,basiretini,iradesini ve muhakemesini zedeler.Sövme,vurma ve öldürme gibi davranışlar genellikle öfkeden kaynaklandırğı gibi,nefret,kin,çekememezlik,başkalarının felâketine sevinmek,sevince üzülmek ve sırlarını açıklamak gibi çirkin hareketler de bunun kötü sonuçlarıdır.
  Öfke,insanı normal halinden uzaklaştırır ve sevimsizleştirir.Kızgın bir kimsenin genellikle rengi,suratı,söz ve danranışları değişir.Aşırı öfkelenme yüzünden bazı kimseler,yaka paçasını yırtar,yumruğunu sağa sola sallar,düşüp kalkar,eşyaları kırar,önüne gelene çatar ve saldırır.
  Böyle bir kimseden öfkesini yenmedikçe normal bir iş ve davranış beklemek boşuna olur.Zira hiddet insanı din,kanun ve aklın hakimiyetinden uzaklaştırır.Öğüt ve nasihatlara karşı kör ve sağır eder.
  Öfkelenmekten insan,çoğu kez haklı iken haksız,güçlü iken güçsüz,itabarlı iken itibarsız ve sevimli iken sevimsiz hala düşer.Bir anlık hiddet insanı malından,rahatından,eş ve dostlarından ve hatta canından edebilir.
  Öfkelinin sadece başkalarına zarar vermekle kalmayıp,başta kendi felâketini hazırladığı,halk arasında:"Öfkeyle kalkan ziyanla oturur","Keskin sirke küpüne zarar verir" şeklinde yeri geldikçe dile getirilmektedir.
  Öfkeyi hazırlayan böbürlenmek,bencillik,üstünlük taslamak,kusur aramak,hasımlık,acımasızlık ve hırs gibi kötü alışkanlıkları gönülden çıkarıp atmadıkça,öfkeden de kurtulmanın imkânı yoktur.Hele hiddet ve gadabı yüreklilik,erkeklik ve izzet-i nefsin bir gereğiymiş gibi düşünüp önüne gelene çıkışmak,hata işlemekte kararlılığı sergileyen yanlış bir düşünce ve davranıştır.
  Hiddet ve gadap,erkekliğin,yiğitliğin ve izzet-i nefsin bir gereği olsaydı,aynı olaylar karşısında kadınların erkeklerden,çocukaların büyüklerden,hastaların sağlıklı kişilerden ve kötü huylu kişilerin fazilet sahibi olanlardan daha az hiddetlenmeleri gerekirdi.Oysa durumun bunun tam tersine olduğu herkesçe bilinmektedir.Güçlü olmak,gadaba gelmekle değil,gadap anında kendine hakim olmakla ve gadabını yenmekle olur.Sevgili Peygamberimiz,bir hadislerinde mealen:
 "Çok güreş tutan baskın bir pehlivan çok kuvvetli değildir.Asıl kuvvetli gadap zamanında nefsine malik olandır"(1)buyurmuşlardır.
 Beşer olarak herkeste öfkelenme tutkunu vardır.Hiddetlenme çoğu kez,insanın iradesi dışında ve aniden olduğundan,bundan sakınmak son derece zordur.Ancak,sabredip nefsin kötülüklerine boyun eğmeyerek,olayları ihlâsla,soğukkanlılıkla karşılayarak ve Allah rızasını her şeyden üstün tutarak onu yenmek ve zararsız hale getirmek mümkündür. "Kur'an-ı Kerim'de öfkelenmeyenler denmeyip,öfkelerini yutanlar buyrulması bunun açık bir delilidir."(2)
  Harpte hiddetle yere serdiği düşmanı,yüzüne tükürünce,işe nefis karışabilir korkusuyla,serbest bırakan Hz.Ali'nin davranışı da Allah'ın hoşnutluğu gözetilince,nefse hakim olunacağının ve öfkenin yenilebileceğinin güzel bir örneğidir.
  Abdullah İbn-i Amr (R.A.),Resûl-i Ekrem'e "Hiddetsiz zamanınızda olduğu gibi,hiddetli anlarınızda da,söylediklerinizi yazayım mı?" diye sorunca,Allah Elçisi:"Yaz,zira beni Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki,ağzımdan Hak'dan başka birşey çıkmaz"(3)buyurmuşlardır.Görülüyor ki,Sevgili Peygamberimiz ben kızmam dememiş,kızmak beni Hak'dan ayırmaz buyurmuşlardır.
  Resûl-i Ekrem'in Yüce Mevlâ'ya şu yakarışı da,öfkeyi yenmenin zorluğunu ve öfkeyle incitilen kimselere karşı nasıl davranılması gerektiğini belirlemesi bakımından pek anlamlıdır:
  "Allah'ım,Muhakkak ki bende bir  insanım,her insan gibi bende kızarım.(kızarak)bir kimseye beddua edersem,(bunu) o kimsenin (günahlarından) temizlenmesine ve arınmasına vesîle kıl."(4)
 Şiddet ve himaye müminlerin takınacakları tavrı belirleyen ayet-i kerimelerden bazıları meal olarak şöyledir:
"Muhammed Allah'ın Elçisidir.Beraberinde bulunan da kâfirlere karşı çetin,kendi aralarında merhametlidirler"(5) , "Ey Peygamber!Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et,onlara karşı sert davran"(6)  Demek oluyor ki,gerçek bir mümin,kimseyi üzmez,kimseye haksızlık yapmaz,Ancak,kimseden de kötülük görmek ve azar işitmek istemez.Hele din ve vatan düşmanlarının saldırılarına,ırz ve namusa yapılan hakaretlere karşı boyun eğmez ve aldırmamazlık edemez.
  Yüce Rabbimiz,cümlemizi gadaba gelmekten ve gadaba uğramaktan korusun...


______________________________________
1-Tecrid-i Sarih terc. 12/148
2-Âl-i İmran Sûresi,ayet:134
3-İhyau Ulûmi'd-din,3/383
4-Ahmed b. Hanbel,Müsned-i 6/52
5-Fetih Sûresi;ayet:29
6-Tahrim Sûresi;ayet:9




Devamını Oku

ÖLÇÜLÜ DAVRANMA


ÖLÇÜLÜ DAVRANMA
   Aşırı ve ölçüsüz davranışlar,fert ve toplumu büyük felaketlere sürüklemekte,bu yüzden birçok kimse,telâfisi güç zarara uğramaktadır.İşte,insanın refah ve mutluluğunu hedef alan yüce dinimiz,her türlü aşırılığı yasaklamış ve müminlere itidali(orta yolu) öğütlemiştir.Nitekim, "O,göğü yükseltti ve ölçüyü koydu"(1)mealindeki bir ayet-i kerimede ölçünün,ölçülü ve itidalli davranmanın önemini belirlenmiş; "Sözlerinde ve davranışlarında ileri gidip,haddi aşanlar,helâk olmuşlardır"(2) mealindeki bir hadis-i şerif ile de aşırılığın sonunun hüsran olduğuna dikkat çekilmiştir.
   Aslında hak din olan Yahudilik ve  Hristiyanlık,daha sonra aşırılıklara saplanmışlardır.Yahudilerin inancına göre,Yehova dedikleri Tanrıları,yalnız kendilerinin ilâhıdır ve Yehova,insanlık içerisinden kendilerini oğul seçmiştir.
  Hristiyanlıkta ise,Allah inancı üçlü sisteme bağlanmıştır.Bu dine göre baba-oğul-ruhu'l-kuds aslında bir olan İlâhın üç şeklinde görünüş halidir.(3)
   Yüce dinimiz,Musevîlikteki millî İlâh sistemini de hristiyanlıktaki Allah'ı insan şeklinde tasavvuru da red eder.İslâm'ın Allah inancının esası,İhlâs Sûresinde mealen şöyle belirlenmiştir:
  "De ki:O,Allah birdir.Allah daimdir,mutlak manâda ihtiyaçsızdır,her şey O'na muhtaçtır.O,doğurmamış ve doğmamıştır.Onun hiçbir dengi yoktur."(4)
  Şimdi sakınılması gereken aşırılıklardan bazılarına kısaca değinelim:
  Allah'ın rahmetinden ümitli olmak kadar,azabından  da korkmak yani korku ile ümit arasında yaşamak itidali bir davranıştır.Zirâ,"Mevlâ Kerim'dir,O kimseyi cezalandırmaz,Allah'ın kulun ibâdetlerine  ihtiyacı yoktur"gibi sözler ileri sürerek,kulluk görevlerini yerine getirmeden Allah'tan rahmet beklemek,İlâhi azâbı inkâr olduğu gibi,günahların hiçbir surette af olunmayacağına inanmak da,Allah'ın rahmetini inkâra götürür.Bu husus Kur'an -ı Kerim'de:"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur"(5),"Kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez"(6) mealinde belirlenmiştir.
   Tevekkülde de itidal şarttır.Çalışmadan,gerekli tedbirleri almadan,bir işin gerçeklemesini  Allah'tan beklemek ne kadar doğru değil ise,sırf çalışmakla (Yüce Mevlâ'nın yardımı olmaksızın)her şeyin halledilebileceğini kabul etmek de o derece sakıncalı bir davranıştır.Kur'an-ı Kerim,İslâm tevekkülünün esasına "Azmettinse artık Allah'a güven"(7)mealinde belirlenmiş,gerçek tevkkülün,bütün imkânları deneyip,elden geleni yaptıktan sonra artık,işin hayırla sonuçlanmasının,Yüce Mevlâ'ya havale edilmesi olduğunu bildirmiştir.
  Dünya ve ahiret hayatına dengeli çalışmak da dinimizin emirlerindendir.Kur'an-ı Kerim'de meal olarak "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak)ahiret yurdunu iste;ama dünyadan da nasibini unutma"(8)
buyrulmuştur.Sevgili Peygamberimiz de bu konuda müminlere herzaman itidali emretmiş,zühd ve takvaya fazla meyli olan ashab-ı Kiram'a orta yolu öğütlemiş,beşerî takat ölçüsünü aşan güçlük ve sıkıntıları yasaklamıştır.
  Mal ve parayı harcama da,itidali gerektiren konulardandır.Para ve malı lüzumsuz yerlere harcamak ya da harcamalarda ölçüyü aşmak kadar,malın ve paranın gerekli yerlere harcanmaması da uygun bir davranış değildir.Bu konuda Yüce Kitabımızda mealen:"Eli sıkı olma;büsbütün eli açık da olma.Sonra kınanır,(kaybettiklerinin)hasretini çeker durursun"(9)
buyrulmuştur.
Yeyip içmede de ölçülü davranmak kulluk görevlerimizdendir.Bir ayet-i kerimede mealen: "Yeyin,için,fakat israf etmeyin;çünkü Allah israf edenleri sevmez"(10)
buyrularak,tutumlu olmamız emredilmiş ve savurganlığın kişiyi Allah sevgisinden mahrum edeceği bildirilmiştir.
  İnsan sevgisi,dinimizin hassasiyeti gösterdiği ve büyük önem verdiği bir konudur.Ancak bunda da ölçüyü kaçırmamak,ifrat ve tefrite düşmemek gerekir.Sevmediğini bulunduğu mertebeden aşağı görmek ya da göstermek kadar,sevdiğini bulunduğu mertebeden aşağı görmek ya da göstermek kadar,sevdiğini lâyık olmadığı dereceye yükseltmek de aşırı bir davranıştır.Sevgili Peygamberimiz bu noktada meal olarak: "Sevdiğin kişiyi,aşırı olmayan bir sevgi ile sev,zira bir gün düşmanın olabilir.Düşmanına da,aşırı bir davranışta bulunma,onun da günün birinde dostun olması mümkündür"(11)
buyurmuşlardır.
  Ölçüsüz sevgi gibi övgünün de İslâmiyet'te yeri yoktur.Bir insan en üstün mertebeye,kuvvet ve kudrete ulaşsa,hatta kendisini tamamen
Allah'a vermiş olsa yine de kendisine tapılacak ve dilekte bulunulacak bir mevkiye gelemez.Zira ,ibâdete ve dilekte bulunulmaya lâyık olan yalnız ve yalnız Allah Teâla'dır.Yüce Rabbimizin bu noktada Sevgili Peygamberimize şu seslenişi ne kadar anlamlı ve düşündürücüdür:
"De ki:Ben,yalnızca sizin gibi bir beşerim.(Şu var ki)bana,İlâh'ınızın,sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor."(12)
   En azı da aşırılık olan kin ve öfkeler,İslâm tarihinde birçok cinayetlere yol açmış,birçok haksızlıklara sebep olmuş,kalplerde düşmalık ve nefret hislerini körüklemiştir.Mesala:Bazı kimseler,Sevgili Peygamberimiz 'in biri amcazadesi ve damadı,diğeri vahiy kâtibi ve kayınbiraderi olan Hz.Ali ile Hz.Muaviye ihtilafını sanki buna mecburlarmış gibi,yorumlamaya kalkışmışlar,bunda itidali muhafaza edememişler,taraf tutmuşlar,hatta birini övüp diğerini yerecek kadar ileri gitmişlerdir.Bu tür davranışların müslümanlar arasında açmış olduğu yaralar ve ortaya koyduğu hazin tablolar ise,herkesçe bilinmektedir.
İnsanlara bilmediklerini öğretmek, güzel tavsiyelerde bulunmak kadar,verilecek öğütlerde ölçülü davranmak da kaçınılmaz bir görevdir.Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'inde mealen:"(Resûlüm!) Sen,Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!..."(13),"(Ey Muhammed!),öğüt ver.Çünkü sen ancak öğüt vericisin.Onların üzerinde bir zorba değilsin."(14)
buyurarak Sevgili Peygamberimizin şahsında bütün insanları öğüt vermeye ve öğütte itidalli olmaya çağırmışlardır.
Sözün özü:Ölçülü davranış,aklın,düşüncenin ve muhakemenin eseridir.Bunun için o,kişiyi iyiye,güzele ve doğruya götürür.İtidalli davranan insanlar,hem toplum içinde hem Allah katında değer kazanırlar.Aşırı davranış ise,bilgisizliğin ve duygusallığın ürünüdür.O,kişi her zaman huzursuzluğa ve felâkete sürükler.
       
___________________________________
1-Rahman Sûresi,ayet:7
2-Müslim,ilim babı:4
3-İncil,Matta:28/19
4-İhlâs Sûresi;ayet:1-4
5-Necm Sûresi;ayet:39
6-Yusuf Sûresi,ayet:87
7-Al-i iran Sûresi;ayet:159
8-Kasas Sûresi;ayet:77
9-İsrâ Sûresi;ayet:29
10-A'raf Sûresi;ayet:31
11-Tac Tercemesi,5/153
12-Kehf Sûresi;ayet:110
13-Nahl Sûresi;ayet:125
14-Ğaşiye Sûresi;ayet:21-22
Devamını Oku

28.1.11

ORUCUN ANLAM VE ÖNEMİ

ORUCUN ANLAM VE ÖNEMİ
   Ramazan ayında oruç tutmak İslâm dininin beş ana temelinden biri olup,bu ayda,akıllı,erginlik çağına gelmiş ve özrü bulunmayan kadın-erkek her müslüman oruç tutmakla yükümlüdür.Oruç,hicretten bir buçuk yıl sonra Şaban ayında farz kılınmıştır.Oruç farz oluşu:
  "Ey iman edenler!Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.Umulur ki korunursunuz."(1),"Sizden Ramazan ayına idrak edenler onda oruç tutsun"(2)meallerinde İlâhî buyruğunda belirlenmiştir.
  Oruç,tan yeri ağarmaya başladığı zamandan,güneş batıncaya kadar,ibâdet niyetiyle,yemekten,içmekten,orucu bozan şeylerden nefsi alıkoymaktır.
  Ramazan,içinde Kur'an-ı Kerim'in inmesi,senesinde Kadir gecesinin bulunması ve oruç ayı olması bakımından mübârek bir aydır.Bu ay,günahlarımızın affı,ibâdetlerimizin kabulü ve gönüllerimizin huzuru için İlâhî bir lütuftur.Sevgili Peygamberimiz'in oruçla ilgili şu hadisleri ne kadar anlamlı ve sevindiricidir:
  "Kim Ramazan orucunu imanlı bir gönülle ve mükâfatını Allah'tan bekleyerek tutarsa,geçmiş günahları affolunur."(3),"Oruçlunun iki sevinci vardır.Biri iftar zamanında,diğeri orucu ile bana kavuştuğu zamanda."(4)
  Şüphesiz bu İlâhi rahmete nail olmak için,orucun şekli kadar ruhuna da önem vermeniz gerekir.Zira,oruç bize yemeyi ve içmeyi yasakladığı gibi yalanı,dedikoduyu,çirkin ve kırıcı söz söylemeyi de yasaklamıştır.Allah'ın Resûlü bizi bu konuda mealen şöyle uyarıyor:
  "Kim yalanı,dedikoduyu ve yalanda iş görmeyi bırakmazsa Allah'ın onun yemesini,içmesini terketmesine ihtiyacı yoktur"(5)
  "Sizden biriniz,oruçlu bulunduğu gün çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin;Şayet birisi kendisine kötü söyler veya çatarsa,"Ben oruçluyum"desin."(6)
 Oruç tutmakta hem ruh,hem de beden için pek çok fayda vardır.Mümin oruç tutarak Rabbinin emrini yerine getirdiği gibi,orucun hikmet ve güzelliklerinden de yararlanmış olur.
  Oruç,insana,hayatta karşılaşabileceği zorluklara ve kötülüklere karşı iradesine hakim olmayı ve sabretmeyi öğretir.Zira,bir ay oruç tutarak nefsin arzularını yenen insan,Ramazan ayı sonunda da iradesine hakim olarak hayatını sürdürebilir.
  Oruçlu insan,kendi arzusu ile uzak kaldığı nimetlerin değerini daha iyi anlar ve bu nimetleri kendisine bahşeden Yüce Allah'a daha çok şükretmeyi öğrenir.
  Oruç,sosyal adalet fikrini zihinlere ve imanlı gönüllere yerleştirir.Ömründe yokluk görmemiş olanlar,oruçla,açlığı tadarak,kalplerinde yoksullara ve açlara daha çok yardım etme zorunluluğunu hissederler,Fertler arasındaki bu yardımlaşma ise,toplumda sevgi,güven ve beraberliği sağlar.
  Oruç,insan sağlığı yönünden de çok önemlidir.Zira,onbir ay durmadan çalışan hazım organları,gıda rejimi ile Ramazanda dinlenerek maddeten yenilenirler.Nitekim Sevgili Peygamberimiz "Oruç tutunuz ki,sıhhatli olasınız "(7)buyurmuşlardır.
    Oruç,Allah katında enmakbul olan ibâdetlerden biridir.Zira,oruca riya karışmaz.Oruç,yaratanla yaratılan bir sır olduğu gibi,mükâfatı da sır olarak kalmıştır.Bu noktada bir kudsi hadiste meal olarak şöyle buyrulmuştur:
 "İnsan oğlunun her işinin sevabı,on mislinden yediyüz misline kadar artar.Allah Teâla buyuruyor ki:"Ancak oruç böyle değildir.Zirâ o,sırf benim içindir.Onun mükâfatını verecek olan da benim.Kulum ateşli arzularını ve yiyip içmeyi benim için terk ediyor."(8)
  Yazımızı Sevgili Peygamberimiz'in Ramazan'a dair bir hutbesinden bölümler naklederek noktalayalım:
"Ey İnsanlar!Büyük ve mübârek bir ay sizi gölgesi altına almıştır.Öyle bir ay ki,içinde bir aydan daha hayırlısı olan Kadir Gecesi vardır."
 "Allah Teâla,bu mübârek ayın gündüzlerinde orucu farz,gecelerinde nâfile namazı meşrû kıldı."
 "Bu ayda bir hayır yapan,başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevaba nail olur."
 "Bu ayda eda edilen bir tek farz,başka aylarda eda edilen yetmiş farzın yerine geçer.Bu ay,sabretmek,katlanmak ayıdır;sabrın mükâfatı ise Cennet'tir."
 "Bu ay,yardımlaşma,müminin rızkını  genişletme ayıdır.Kim bu ayda oruçluya iftar ettirirse,bu davranışı,onun günahlarının affedilmesine  ve Cehennem'den kurtulmasına vesîle olur.Ayrıca iftar ettirdiği kimsenin kazandığı sevap kadar da Onun payından eksilmemek şartıyla kendisine verilir.
Allah Teâla bu sevabı,oruçluyu bir tadımlık süt,bir hurma tanesi veya bir yudum su ile iftar ettirene de ihsan buyurur."
  "Ramazan ayı evveli rahmet,ortası mağfiret,sonu da cehennem'den kurtuluştur?"
"Kim iftar zamanında bir oruçluya bir içim su verirse,Allah Teâla  Ona benim Havzumdan öyle bir su içirilecektir ki,o kimse Cennet'e girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir."(9)
   Cenab-ı Hak,cümlemizi orucun faziletine erdirsin...


_____________________________________
1-Bakara Sûresi;ayet:183
2-Bakara Sûresi;ayet:185
3-Tecrid-i Sarih Terc. 1/47;Tac Tercemesi,2/95
4-Tac Tercemesi,2/93-94
5-Tecrid-i Sarih Terc.6/253;Riyazü's-Salihîn Tercemesi,2/502
6-Tecrid-i Sarih Terc.6/246
7-Mecmau'z-Zevaid,3/179
8-Müslim,2/807 No:1151;Tac,2/94
9-Et-Terğib Ve't-Terhîb,5/217

Devamını Oku

27.1.11

RİYA


RİYA
   İnsan onur ve haysiyetiyle bağdaşmayan kötü huylardan biri de riyadır.Riya dilde,İnandığı gibi davranmama ,sözü özü bir olmama ve ikiyüzlülük gibi manalara gelir.İslâm'da ise riya "ahiret ameliyle dünya menfaatini gözetmek" şeklinde tarif edilir.bu tanımlamalardan açıkça anlaşılmaktadır ki,riyâkarlıkta gaye,Allah rızası değil de,öyle görünerek insanların takdirini kazanmak,başkaları üzerinde nüfuz çıkar sağlamaktır.
  İyilikler,sırf Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapıldığında makbul olurlar.İnsanlar görsünler ve övsünler diye yapılan çalışmaların Allah katında hiçbir kıymeti yoktur.
  Birgün Sevgili Peygamberimiz'in  huzuruna bir adam gelerek: " Ya Resûlallah,ben Allah rızası için savaşlara katılıyorum,fakat insanlar tarafından takdir edilmeyi de arzu ediyorum.Buna ne dersiniz?"diye sormuştu.Hazreti Peygamber,henüz ona cevap vermeden,orada "Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa,iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın"(1)mealindeki ayet-i Kerime gelmiştir.
  Yine birgün Hazreti Peygamber (S.A.V.),arkadaşlarına: "Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir"buyurmuşlar.Ashab-ı kiram "Küçük şirk nedir?Ya Resûlallah" dediklerinde,Allah Elçisi,"Riyadır".Üstün kudret sahibi Ulu Allah,Kıyamet gününde insanları amelleri karşılığı olarak mükâfatlandıracağı vakit,riyakârlara:"Dünyada kendilerine mürailik ettiğiniz kimselere gidin ve bakın.Onların yanında amellerinizin mükâfatını bulabilecek misiniz?"denilecektir"buyurmuşlardır."(2)
   İki yüzlü kimseler,toplumda şöhret sahibi olmak ya da maddî çıkar sağlamak için gerçek hüviyetlerini saklayıp,başkalarının hoşuna gideceğini tahmin ettikleri şekilde davranmaya gayret ederler.İnanmadıkları halde inanmış görünerek,mukaddesata karşı beslenen bağlılık ve hürmet  hislerini dünya menfaatına kullanırlar.Bu noktada bir riyakârın ne kadar zararlı olabileceğinin belgesi olarak birkaç örnek sunmak isterim:
   Hazreti Peygamber zamanında Medine'de,görünüşte müslümanların dostu olan ve namazları cemaatle kılan Abdullah İbn-i Sebe adında ikiyüzlü ve bozguncu biri vardı.Gerçekte İslâm'ı içinde vurmakla görevli bu hain kişi,Resûlullah'ın şahsına karşı hürmetsizlik ve şüphe uyandırmaya çaba harcar,savaşlarda İslâm ordusunu zayıflatmaya,paniğe uğratmaya,düşman ordusuna maddî ve manevî destek olmaya sinsi sinsi çalışırdı.
  Abdullah İbn-i Sebe,ayrica müslüman gençler arasında eski kabilecilik taassubu kötüleyerek,düşmanlık ve anarşi meydana getirmeye uğraşıyordu.Sevgili Peygamberimiz'in vefatından sonra da yıkıcı faaliyetlerini sürdüren bu baş münafık,bazı müslümanları halife Hz.Osman'ın aleyhinde kışkırtmış,sonunda O'nun şehid edilmesine sebep olmuştur.Daha sonra Hz.Ali ile Hz.Muviye arasında meydana gelen anlaşmazlıklar ve çekişmeler de hep işte bu riyakâr Yahudi dönmesinin uğursuz eserlerindendir.
  Bunun gibi ikiyüzlü ve bozguncu insanlar,günümüzde de mevcuttur.Bize düşen böylelerini tanıyıp,onlara fırsat vermemek ve emellerine alet olmamaktır.Kur'an-ı Kerim,ikiyüzlü ve bozguncu kimselerin vasıflarını şöyle haber veriyor:
  "İnsanlardan bazılarıda vardır ki,inanmadıkları halde "Allah'a ve ahiret gününe inandık"derler.Onlar(kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar.Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.Onların kalplerinde bir hastalık vardır.Allah'da onların hastalığını çoğaltmıştır.Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır"
  "Onlara:Yeryüzünde fesat çıkarmayın,denildiği zaman,"Biz ancak islah edicileriz"derler.Şunu bilin ki,onlar bozguncularında ta kendileridir,lâkin anlamazlar."
   "Onlara:İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin,denildiği vakit"Biz hiç,sefihlerin(akılsız ve ahmak kişilerin)iman ettikleri gibi iman eder miyiz!"derler.Biliniz ki,Sefihler ancak kendileridir.Fakat bunu bilmezler(veya bilmemezlikten gelirler)."
 "(Bu münafıklar)müminlerle karşılaştıkları vakit"(Biz de)iman ettik"derler.(Kendilerini saptıran)şeytanlarıyla  başbaşa kaldıklarında ise:"Biz sizinle beraberiz,biz onlarla(Müminlerle)sadece alay ediyoruz"derler.(3)
  Ayet-i Kerimelerde ikiyüzlülerin yalancılııkları,bozgunculukları,fesatçılıkları gözler önüne serilerek,insanı,hem Allah katında hemde toplum arasında alçaltan bu davranışlardan sakınılmasına dikkat çekilmiştir.
  Unutulmamalıdır ki,yapılan iyilikler insanın hayatını olumlu yönde etkilemiyor,ifa edilen kulluk görevleri sahibini üstün ahlâk seviyesine çıkarmıyorsa,bunlara riya karışmış olmasından korkulur.Gerçek bir mümin,öğülme arzusu,kınanma korkusu,menfaat ve yüksek makam hırsı gibi sebeplerle gösterişe heveslenmez,işlerine ve ibâdetlerine riya karıştırmaz.Karıştığını anlayınca da hemen onun telâfisi için çaba harcar.

_____________________________
1-Kehf Sûresi;ayet:110
2-Seçme Hadisler 2.kitap,sh:31-33
3-Bakara Sûresi;ayet:8-14
Devamını Oku

26.1.11

PEYGAMBERİMİZİN ÖRNEK AHLÂKI

PEYGAMBERİMİZİN ÖRNEK AHLÂKI

   Güzel ahlâk kişinin sahip olabileceği meziyetlerin başında gelir.İyi hâl ve davranışlar insanı daima mutluluğa eriştirir.Güzel huylu insanlardan oluşan bir toplumda herkes birbirini sever ve sayar;kardeşlik ve vatandaşlık gibi bağlar güçlenir.Kin,nefret ve düşmanlıklar ortadan kalkar;insanlar huzur ve güven içerisinde yaşarlar.
  Kötü ahlâklı kişilerin sonu hüsrandır.Başkalarına eziyet eden,kusur araştıran,emanete hiyanet eden,verdiği sözü tutmayan,rüşvet alan ve veren,hırsızlık yapan,adaleti gözetmeyen,maiyetindekiler arasında ayırım yapan,işine hile karıştıran,utanma duygusundan mahrum,ırz ve namus düşmanı,katı yürekli,kibirli,gururlu,cimri,dedikoducu,küfürbaz,yıkıcı ve bölücü kimselerden oluşan toplumlarda huzur ve güvenden söz edilemez.Bir hadis-i Şerifte mealen:
  "Allah katında en sevgiliniz,ahlâkı güzel olan,halk ile iyi geçinen ve kendisi ile iyi geçinilen yumuşak huylu kimselerdir."(1)buyrularak güzel ahlâklı olmanın değeri belirtilmiştir.Şimdi,her hususta rehberimiz olan ve hakkında Allah Teâlânın: "Resulullahta,sizin için uyulması gerekli güzel örnek vardır"(2)buyurduğu yüce Peygamberimizin iyi huy ve güzel ahlâkını Onun bazı yakınlarından dinleyelim:
  Hz.Aişe validemiz der ki: "Resulullah'ın ahlâkı Kur'andı.O,hiç kimseyi ayıplamaz,kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi;affeder,hoşgörüyle davranırdı.O,herhangi bir kimseden sevilmeyecek ve doğtu olmayan bir şey görür veya duyarsa,onu ismiyle ya da tarif ederek söylemez,ancak "onlara ne oluyor ki,şöyle yapıyorlar veya böyle yapıyorlar" buyururlardı.
  İmam Ali (R.A) da Sevgili Peygamberimizi şöyle anlatır: "Allah'ın Resulü güler yüzlü,yumuşak huylu,alçak gönüllü,merhametli,üstün bir ahlâk sahibiydi.Sert tabiatlı,katı yürekli değildi.Hiçbir zaman ağzından kötü söz çıkmaz,insanların kusurlarını araştırmaz,ayıplarını yüzlerine vurmazdı.Birisi kendisine hoşlanmadığı bir soru sorsa,susar,gönül kıracak bir şey söylemezdi.Onun ahlâkını bilen ne istediğini halinden anlardı."
  Ashabdan Enes (R.A) , "Ben on yıl,Peygamberimizin hizmetinde bulundum;bir defa bile bana "öf" dediğini bilmiyorum.Ne yaptığım işlerden dolayı ben tenkit etti;ne de yapılması gerekli işlerden dolayı "niçin yapmadın? dedi.O herkese de böyle idi"(3) der.
   Peygamber (S.A.V.) Efendimizin hayatı,Onun eşsiz,irade ve sabır gücünü sergileyen örneklerle doludur.Mekkeli müşrikler,zulüm ve işkenceyle Resul-i Ekrem'i Peygamberlik görevini yerine getirmekten vaz geçiremeyince,bu defa,mal ve makam teklif ederek,istediği ile evlendirmeyi va'd ederek Onu yolundan döndürmeyi denemişler,bundan da bir sonuç alamayınca artık son çare olarak yeğenini davasından vazgeçirmesi için Ebu Talib'e baskı yapmaya başlamışlardı.Ebu Talib'in bu zorlamalar karşısında kendisini korumaktan vezgeçebileceğini bildirmesi üzerine,Allah Elçisi ona, "Amca,Kureyş müşriklerinin güçleri yetse de güneşi bir elime ayı da bir elime koysalar,gene de inandığım gerçekleri ilân etmekten vazgeçmem"demişlerdir.
   Resul-i Ekrem'in telkinleriyle hayatı arasında tam bir uyum vardı.Başkalarını öğütlediği ahlâk kurallarını en mükemmel surette kendileri uygulardı.Peygamberliğinden önce bile O halk arasında emin yani inanılır,güvenilir kimse olarak tanınırdı.İlk vahyi alıp heyecan içinde eve dönen Resul-i Ekrem'e , Hz.Hatice'nin şu teselli edici sözleri,Allah Elçisi'nin bazı güzel hasletlerini yansıtması bakımından pek anlamlıdır:
 "...Allah seni hiçbir zaman utandırmaz.Çünkü sen,yakınlarına yardım eder,akraba hakkını gözetirsin,yoksulun ve haksızlığa uğramışların ellerınden tutarsın,misafirlerse ikram eder,başı dertte olanların yardımına koşarsın."(4)
  Hz.Peygamber,iki iş arasında seçim yapma durumunda kaldığında " Kolaylaştırınız,zorlaştırmayınız;müjdeleyiniz,nefret ettirmeyiniz"(5)hadislerine uygun olarak günah olmadığı sürece en kolayını tercih ederlerdi.
 Sevgili Peygamberimizin örnek bir aile hayatı vardı.Aile fertlerini incitmez,onları hoş tutardı.Evinde boş oturmazdı;gereğinde elbisesini temizler,ayakkabılarını yamar,koyunlarını sağardı.O hiçbir zaman yemeği kötülemezdi.Beğenirse yer,hoşuna gitmezse kötülemeden yemeği terkederdi."(6)
  Allah Elçisi eşitliğe önem verir,sözleri ve davranışları ile bunu herkese telkin ederdi.Arkadaşlarının yaptıkları işlere katılır,onlardan ayrı ya da üstün bir durumda bulunmaktan hoşlanmazdı.Nitekim Kuba Mescidi yapılırken mübarek omuzlarıyla taş taşımış,bir yolculuk esnasında da yakacak toplama görevini üzerine almışlardı.Arkadaşları," Olmaz ya Rasulallah,siz zahmet çekmeyiniz,biz hepsini yaparız" dediklerinde ,Hz.Peygamber onlara:"Evet her işi yapacağınızı;fakat,siz çalışırken benim oturmam ve sizden üstün bir durumda bulunmam Cenab-ı Hakk'ın hoşuna gidecek bir davranış değildir"buyururlardı.
  Peygamber Efendimiz.komşu hakkına pek riayet eder ve bu konuda mü'minleri de sık sık uyarırlardı.O,bir hadislerinde mealen:
  "Yanıbaşında komşusu aç olduğu halde,tok yaşayan mü'min,kâmil mü'min değildir"(7)buyurmuşlar,bir diğer hadislerinde:
   "Cebrail bana durmadan komşuya iyilik yapmayı tavsiye etti.Bu sıkı tavsiyeden komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim"(8) demişlerdir.
   Resul-i Ekrem'in çocuklara karşı büyük sevgisi vardı.Bu sevgiden yoksun olan bazı kimseler,O'nun çocukları öpmesini yadırgıyorlardı.Bir gün bir adamın: "Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz?Biz onları öpmeyiz"demesi üzerine Sevgili Peygamberimiz:"Allah kalbinden merhamet duygusunu almışsa,ben sana ne yapabilirim?şeklinde cevap vermişlerdi.(9)
   Sevgili Peygamberimiz dost düşman gözetmeden,hatır gönül tanımadan Kur'an'ın emrettiği adaleti uygulamakta da müslümanlara örnek olmuştur.Mekke'nin fethi esnasında hırsızlık eden bir kadının cezalandırılmaması için bazı kimseler,Resulullah'ın en çok sevdiği Usame(R.A.)'ı vasıta yapmışlardı.Buna çok üzülen Hz Peygamber:"Üsame!Sen Allah'ın kanunlarını değiştirmek mi istersin? demiş,sonra topluma dönerek "Eski milletler bu yüzden helâk olmuşlardı.Onlar içlerinden zenginlere ve sözü geçenlere yumuşaklık gösterirler,onlara karşı ceza hükümlerini uygulamazlar,fakirleri ezerlerdi.Allah'a yemin ederim ki,Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık edecek olursa,onun hakkında da hırsızlığın cezası uygulanır"(10) buyurmuşlardır.
  Hz.Peygamber,son derece  alçak gönüllü idi.Kendisi için ayağa kalkılmasını istemez,nereyi boş bulursa oraya otururdu.Arkadaşları arasında otururken ayaklarını uzatmazdı.Kimsenin sözünü kesmez,konuşması bitinceye kadar dinlerdi.Tartışmayı sevmez,sözü gereğinden fazla uzatmazdı.Fakir,zengin,yerli,yabancı,şehirli,köylü diye ayırım yapmaz ve yaptırmaz,hepsini bir tutardı.Bir gün huzuruna gelen bir adamın durduğu yerde heyecanlanıp titremeye başladığını görünce:" Korma sakin ol,çünkü ben bir hükümdar değilim,ben ancak kurutulmuş et yiyen Kureyş
'ten bir kadının oğluyum"(11)buyurarak onu teselli etmişlerdi.
  Resul-i Ekrem'in aşırılıktan uzak,kolay ve düzenli bir hayatı vardı.İbâdetlerinde devamlılık prensibine özen gösterir, "Allah katında ibâdetlerin en sevimlisi,az da olsa,devamlı olanıdır"(12)buyururdu.
  Sevgili Peygamberimiz insanların en doğrusu,cesaretlisi,iffetlisi,sabırlısı ve affedicisi idi.O.Mekke'nin fethinde fırsat elde olduğu halde Mekke suçlularını cezalandırmamış,onlara: "Size nasıl davranacağımı biliyor musunuz?" diye sormuş,Mekkeliler:"Sen kerim ve alicenap bir kardeş oğlusun"demişler,bunun üzerine Resul-i Ekrem:"Hz.Yusuf kardeşleriyle nasıl konuştu ise,bende sizinle öyle konuşacağım,bu gün eleştirilecek değilsiniz,gidiniz,hepiniz serbestsiniz"(13)buyurarak onları affetmişlerdi.
   Âlemlere rahmet ve insanlığa örnek olarak gönderilen Sevgili Peygamberimizn hayatında,bunun gibi daha nice yüksek ahlâk örnekleri vardır.Bütün bunları burada  anlatmaya ne vaktimiz, ne de gücümüz yeter.Ne mutlu O'nun hayatından ibret alanlara ve yolundan ayrılmayanlara.
   Cenab-ı Hak,bizleri Sevgili Peygamberimizin şefaatına nail kılsın...


___________________________________
1-250 Hadis sf:15
2-Azhab Sûresi,ayet:21
3-Tac Tercemesi,3/457
4-Tac Tercemesi,3/478
5-Tecrid-i Sarih Tercemesi,1/77
6-Tac Tercemsi,3/454
7-250 Hadis sf:155
8-Riyazü's-Salihîn Tercemesi 1/340
9-Tecrid-i Sarih Tercemesi 12/125
10-Tecrid-i Sarih Tercemesi 9/384;Riyazü's-Salihîn 2/71
11-250 Hadis,sh:193(Diyanet yayınlar)
12-Ö.Nasuhi Bilmen,Hikmet Goncaları,500 Hadis,sh:229
13-Hz.Muhammed ve Hayatı sh:331-337;Kısas-ı Enbiya 1/288-298
Devamını Oku

23.1.11

ALLAH VE PEYGAMBER SEVGİSİ HER SEVGİDEN ÜSTÜNDÜR

ALLAH VE PEYGAMBER SEVGİSİ HER SEVGİDEN ÜSTÜNDÜR

    Sevgi duygusunun insan hayatındaki etkisi büyüktür.Maddi ve manevi alanda birilerine  ya da bir şeylere karşı sevgisi ve bağlılığı bulunmayan kimse düşünülemez.Ne var ki,İnsanı Allah ve Resûlünü sevmek kadar sevginin gerçek doyumuna ve mutluluğa ulaştıracak bir başka sevgi yoktur.Ana baba,kardeş ve evlât sevgisi gibi yüce duygular,ancak Allah sevgisine dayanıyorsa süreklilik kazanırlar.Aksi halde bunlar da dünyevî menfaatler karşısında yok olmaya mahkümdurlar.
   Bizi yaratan,yaşatan,sayısız nimetlere donatan,bağışlaması ve acıması sonsuz Yüce Mevlâ'mıza olan sevgimiz,bütün sevgilerden üstün olmalıdır.Nitekim bir ayet-i Celilede mealen:
    "İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler.İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden)çok daha fazladır..."(1)buyrulmuştur.
  Sevgili Peygamberimiz de bir hadislerinde,Allah ve Resûlünü her şeyden sevgili tutan,sevdiğini yalnız Allah için seven,ateşe atılmayı istemediği kadar,küfre dönmeyi de istemeyen bir kimsenin,imanın tadını duyacağını haber vermişlerdir.(2)
   Allah'ı seven O'nu daima anar.Öyle ki,Sevgili Peygamberimizin buyurdukları gibi,Allah Teâla,o kimsenin işiten kulağı,gören gözü ve konuşan dili olur.Allah'ı seven ve O'nu sık sık ananların halleri yüce kitabımızda şu mealde belirtilmiştir:
  "Onlar,ayakta duruken,otururken,yanları üzerine yatarken(her vakit)Allah'ı anarlar,göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:)Rabbimiz!Sen bunu boşuna yatarmadın.Seni tesbih ederiz.Bizi Cehennem azabından koru!"(3)
   Sevgili Peygamberimiz,Allah'a olan derin sevgisi ve saygısı sebebiyle,belirli ibâdetlerini yerine getirmekle yetinmiyor,durmadan nafile ibâdetlerle meşgul oluyordu.Günde yetmiş defadan fazla tövbe ve istiğfarda bulunan Allah Elçi'sinin Yüce Mevlâ'ya şu yakarışı çok anlamlıdır:
   "Allah'ım,hamd Sana mahsustur.Göklerin ve yerin nuru,nur vereni Sensin.Hamd Sana mahsustur.Göklerin ve yerin,göklerle yerdekilerin Rabbi Sensin.Sen Haksın,va'din kuşkusuz Haktır.Sözün Hak,Sana kavuşmak Haktır.Cennet Hak,Cehennem Hak,Kıyamet Haktır.Allah'ım,Sana teslim olsum.Sana inandım,Sana dayandım,Sana sığınıyorum,Sana güvenerek mücadele ediyorum.Geçmiş ve gelecek gizli ve açık günahlarımı bağışla.Senden başka ma'bûd yoktur."(4)

   Allah'ı sevmek,Resûl-i Ekrem'e uymakla ve O'nun yolundan gitmekle olur.Nitekim Yüce Rabbimiz,Âl-i İmran Sûresi'nin 31.inci ayetinde mealen:
   "(Resûlüm!) De ki:Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir"(5) buyurmuşlardır.
   Bir gün kendisine "Ya Resûlallah,ben sizi canımdan başka her şeyden daha çok seviyorum"diyen Ömer (R.A)'a Allah Elçisi'nin "Ey Ömer,canımı kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki,beni canından da daha çok sevmedikçe olgun mümin olamazsın"şeklinde cevap verdiği,bunun üzerine Hz. Ömer "Ya Resûlallah, vallahi ben şimdi sizi canımdan da daha çok seviyorum"deyince,Resûl-i Ekrem'in "İşte ya Ömer,şimdi olgun mümin oldun"(6) buyurduğu nakledilir.
   Enes (R.A) tan rivayet olunduğu göre,çölde yaşayanlardan birisi Hazreti Peygambere gelerek "Ya Resûlallah,Kıyamet ne zaman olacak"diye sorar.Resûl-i Ekrem  "Kıyamete ne hazırladın?" der.Sahabî " Allah ve Peygamber sevgisini hazırladım" diye cevap verince,Peygamber Efendimiz " Öyleyse sevdiğinle berabersin "(7) buyururlar.
  Demek oluyor ki,Allah ve Peygamber sevgisi,her sevgiden üstündür.Allah'ı sevmek,emirlerini tutmakla;Resûlallah'ı sevmek,sünnetini yaşamakla olur.Gönülleri Allah ve Peygamber sevgisiyle dolu olanlar,bütün müminlere,insanlara ve diğer canlılara şefkatli ve merhametli davranırlar;başkalarının zararına olacak tutum ve davranışlardan sakınırlar.Böylece Yüce Mevlâ'nın ve Habibi'nin sevgisine erişirler.
   Cenab-ı Hak,cümlemizi sevgisine ve rızasına nail kılsın.

_______________________________
1-Bakara Sûresi;ayet:165
2-Tac. Tercemesi,1/22
3-Âl-i İmran Sûresi;ayet:191
4-Sahiri Müslim,1/533
5-Âl-i İmran Sûresi;ayet:31
6-Umdetü'l-Kârî,1/144
7-Salihi Müslim 4/2032



Devamını Oku

21.1.11

ŞÜKÜR VE SABIR

ŞÜKÜR VE SABIR

   Yüce Allah'a,bahşettiği sağlık,iman ve rızık gibi büyük nimetlere karşılık şükretmek,içine düşülen sıkıntılara karşı rıza gösterip sabretmek,kulluk görevlerindendir.Nimet içinde bulunmak nasıl hoşa gidiyorsa,başa gelen kötülüklere de sabretmek ve katlanmak gerekir.Allah'tan gelen nimet de,sıkıntı da iyi karşılandığı takdirde hayırlı ve yararlı,karşılanmadığında zararlıdır.
  Her nimeti,o nimet cinsinden şükürle karşılamak kadirşinaslığın bir gereğidir.Meselâ:Sağlık nimetinin şükrü,namaz kılmakla,oruç tutmakla;mal varlığının şükrü,zekât ve sadaka vermekle;yine her bu iki nimetin şükrü,hacca gitmekle;ilim nimetinin şükrü,bundan başkalarını da yararlandırmakla eda edilmiş olur.
   Nimete şükretmek,o nimetin arttırılmasına vesîle olur.Nitekim Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'inde mealen:
  "Allah'ın kitabını okuyanlar,namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan(Allah için)gizli ve açık sarf edenler,asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.Çünkü Allah,onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir.Şüphesiz O,çok bağışlayan,şükrün karşılığını bol bol verendir."(1)buyurmuşlardır.
 " Sahip olduğu nimetlerin şükrünü eda etmeyen kimseler ise,"İnsan,Rabbine karşı pek nankördür"(2)mealindeki İlâhi buyruğuna muhatap olurlar.
  "Neyim var ki şükredeyim?"diyen kimseler,şu ayet-i kerime meallerine kulak ve gönül vererek düşünmelidirler:
"O size istediğiniz her şeyden verdi.Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız.Doğrusu insan çok zalim,çok nankördür!"(3),"O,sizin için kulakları,gözleri ve gönülleri yaratandır.Ne de az şükrediyorsunuz!"(4)
  İslâm bilginlerinden Şeyh Sadi Şirazî'nin: "Göğüse giren hava hayatı uzatır,çıkan hava vücuda ferahlık verir.Şu halde bir nefeste iki nimet vardır ve her nimete bir şükür vaciptir"sözleri,şükredilecek nimetlerin çokluğunu düşündürmesi bakımından pek anlamlıdır.
  Sevgili Peygamberimiz,(gece)namaz kılmak için iki ayağı,şişene kadar ayakta dururdu.Kendisine:
"Ey Allah'ın Resûl'ü!Hak teâla,senin gelmiş ve geçmiş günahlarını bağışlamıştır.İbâdet hususunda niçin bu kadar kendinizi yoruyorsunuz?"denildiğinde,O:"Ben Allah'a şükredici bir kul olmayayım mı?"diye cevap verirlerdi."(5)Öyle ya Cenab-ı Hak hadis-i Kudsi'de "Ey Ademoğlu!Beni andıkça bana şükretmiş olursun.Beni unuttukça da küfranı nimette bulunmuş olursun"(6)buyuruyor.Allah'ı anmanın en güzel,en kapsamlı şekli ise namaz kılmakta değil midir?
  Cenab-ı Hak,insana nimet verip,bunun şükrünü eda edip etmeyeceğini denediği gibi,onu bir felâketle de karşılaştırıp,buna sabredip etmeyeceğini de sınar.Yerine gösterilen bir anlık sabrın,hayırlı sonuçlara ulaştırdığı,sabırsızlığın ise,düzeltilmesi zor felâketlere sürüklediği herkesçe görülen ve bilinen bir gerçektir.
  O halde,bize düşen görev,hak yolda çalışmak,verdiği nimetlere karşı Yüce Mevlâ'ya şükretmek,bütün gayretlere ve tedbirlere rağmen,karşılaşılan sıkıntılara karşı sabretmektir.Unutulmamalıdır ki,Allah'ın verdiği nimetler de sıkıntılar da hep bizleri imtihan içindir.Nitekim Kur'an-ı Kerim'de mealen:
 "İnsanlar,imtihandan geçirilmeden,sadece "İman ettik"demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?"(7),"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık;mallardan,canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz.(Ey Peygamber!)Sabredenleri müjdele!"(8)buyrularak,olgun mümin derecesine ancak sabırla erişilebileceği ve karşılaştığı olayları Allah'ın imtihanı bilerek,bu sınavı başarı ile verenlerin,sonsuz mutluluğa hak kazanacakları bildirilmiştir.
  Hoşa gitmeyen bazı durumların insan için bir sevap olabileceğini,bunların kişiyi bir sabır denemesinden geçirmek için olduğunu düşünen ve olaylara sabırla karşı koymasını bilen kimseler,içinde bulundukları sıkıntıdan fazla etkilenmeden kurtulabilirler.Zira(sabır,nefsin kötü arzularına karşı en büyük silahlardan biridir.)Bu gerçek bir ayet-i kerimede şu mealde belirlenmiştir:
  "Ey iman edenler!Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin.Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir."(9)
 Sabır ve dayanma gücü tükenen insanların başarısıda tükenmiş demektir.Okumada,çalışmada,savaşmada,bağışlamada,şükretmede,öfkeyi yenmede ve benzeri hususlarda sağlanan başarılar hep sabırla elde edilir.Sabırla büyük keşifler gerçekleştirilebildiği gibi,Yüce Rabbimiz hoşnutluğu da sabırla kazanılabilir.Sabır,çalışma ve musibette olduğu gibi,ibâdette de dayanma azmi veren bir güçtür.Nitekim:
 "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin.Şüphesiz o (sabır ve namaz),Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir."(10)mealinde ki ayet-i kerime bu gerçeğin açık bir delilidir.Namazda olduğu gibi oruç,hacc ve zekât ibâdetleri de sabrım kazandırıldığı kararlılık ve güç sayesinde gerçekleşebilirler.
Sabırla ilgili bir ayet-i Celilede:"Ancak sabırlı kimseler ecir ve mükâfatlarına hesapsız olarak nail olacaklardır"(11)buyrulmuştur.Bu konuda ki hadislerden bazıları da meal olarak şöyledir:
 "Sabır,genişliğin(huzur ve rahatlığın)anahtarıdır."(12)"Hiçbir kimse sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsana nail kılınmamıştır.(13)
  Arzu etmediği herhangi bir durumla karşılaşan kimsenin,tembel tembel oturup bunu da sabır sanması doğru değildir.Düştüğü bir zorluktan kurtulmak için insan,akıl,ilim ve vicdanın öngördüğü çarelere başvurmalı,fakat o sıkıntıdan kurtulduğunda bu kurtuluşu sadece sebeplerden değil,mutlak kudret sahibi Yüce Rabbimizden bilmelidir.Unutulmamalıdır ki gayret kuldan,muvaffakiyet Allah'tandır.
  Hiçbir ihmali olmadığı ve gerekli bütün tedbirleri aldığı halde sıkıntıdan kurtulamayan kimse ise, "Bunda da bir hayır vardır" diyerek,ümitsizliğe kapılmadan,atılım ve girişimlerini gevşetmeden daha büyük kararlılık ve güvenle başarılı olmaya çalışmalıdır. "Ümitsizlik ve huzursuzluk,hiçbir şeyi geri getirmez.Aksine insanı daha çok fekâlete sürükler."
  Sözün özü:Sahip olduğumuz nimetlerden dolayı onları bize bahşeden Yüce Rabbimize şükretmemiz,karşılaştığımız sıkıntılara karşıda rıza gösterip sabretmemiz gerekir.bu davranışımız,içinde bulunduğumuz nimetlerin daha da arttırılmasına ve Allah'ın rızasını kazanmamıza vesile olur.


__________________________________________
1-Fâtır Sûresi;ayet:29-30
2-Âdiyât Sûresi;ayet:6
3-İbrahim Sûresi;ayet:34
4-Mü'minun Sûresi;ayet:78
5-Tecrid-i Sarih terc. 4/51
6-Ramizu'l- Ehadis,hadis no:4056
7-Ankebût Sûresi;ayet:2
8-Bakara Sûresi;ayet:155
9-Bakara Sûresi;ayet:153
10-Bakara Sûresi;ayet:45
11-Zümer Sûresi;ayet:10
12-Keşfü'l-hafa, 1/21
13-Et-Terğib Ve't-terhib,5/237






Devamını Oku

19.1.11

DOĞRULUK MÜSLÜMANLARIN EN BELİRGİN VASFIDIR

                           
DOĞRULUK MÜSLÜMANLARIN EN BELİRGİN VASFIDIR
   Doğruluk müslümanların en belirgin vasfıdır.Sözde doğruluk,işte doğruluk gibi hasletler ancak sağlam ve doğru bir inanca sahip olunarak elde edilebilirler.İman esaslarına ve bu cümleden olarak bu dünyada yaptığı iyilik ya da kötülüklerle ahirette karşılaşacağına,orada yalnız bu dünyadaki dürüst davranışlarının elinden tutacağına inanan kimse doğruluktan ayrılmaz.Yaratıcı'ya,ana-babaya,aileye,akrabaya,konu komşuya ve devlete karşı görevlerini doğrulukla yerine getirir.İlâhi emirlere,yasa ve kurallara ters düşen sözde ve işte bulunmaz.
   Doğrulukla toplum arasında kardeşlik,dostluk,sevgi,saygı,şefkat ve merhamet bağları güçlenir.Doğruluk,zulmü ortadan kaldırır.Adaletin ayakta durmasını ve insanlar arasında karşılıklı güveni sağlar.
   Doğruluk insanı izzet,şeref,fazilet,iffet,haysiyet ve vakar sahibi yapar.Doğru insan yalandan,hilekârlıktan,sahtekârlıktan dedikodudan,iftiradan sakınır ve böylece Allah'ın rızasını,insanların sevgisini kazanır.Ahkâf Sûresi'nin 13. ve 14. ayetlerinde doğru olan kimseler,Cennetle şöyle müjdelenmişlerdir:
"Doğrusu,Rabbimiz Allah'tır deyip,sonra dosdoğru gidenlere korku yoktur,onlar üzülmeyeceklerdir.","İşte onlar,işlediklerine bir karşılık olarak,içinde temelli kalacakları  Cennet'e girecek cennetliklerdir."(1)Doğruluğun önemini belirleyen bir hadis-i Şerif  de meâlen şöyledir:
  "Doğruluğa yapışın.Ondan ayrılmayın.Zira,doğruluk iyiliğe götürür.İyilik de Cennet'e götürür.Kişi,doğru söyledikçe,doğru araştırdıkça Allah katına doğru yazılır.Yalandan kaçının.Zira,yalan kötülüğe götürür.Kötülük de Cehennem'e götürür.Kişi yalan söyledikçe ve yalan peşinde koştukça Allah katında yalancı yazılır."Bir başka hadislerinde:
  "Tehlike görseniz de doğruluğu arayın,çünkü kurtuluş ancak doğruluktadır"(3)buyuran Sevgili Peygamberimiz,örnek davranışlarıyla bu konuda da müslümanlara rehber olmuştur.Allah Elçisi,Hudeybiye'de Mekkeli müşriklerle bir antlaşma yapmıştı.Bu antlaşmanın bir maddesi hükmünce Mekke'den Medine'ye gidecek her Mekkeli,kureyşe iade edilecekti.Mekke'de kalan müslümanlardan Ebu Cendel,bir çaresini bulup kaçmış,barış antlaşma yazılırken,zincirlerini sürüyerek müslümanların yanına gelmişti.Bunu gören kureyş temsilcisi:"İşte,antlaşmaya bağlı kalıp kalmayacağınızı gösterecek bir olay...Bunu hemen bana teslim ediniz"dedi.Bütün müslümanlar,bu durum karşısında çok üzülmüşler ve Ebu Cendel'i geri vermek istememişlerdi.İşte o zaman Hz.Peygamber (S.A.V.), "Ey Eba Cendel sabret,Cenab-ı Hak,sana ve seninle bulunan mazlumlara elbette kurtuluş yolu verecektir.Biz bir antlaşma yapmış bulunuyoruz.Onun hükümlerini bozmak bize düşmez."(4)buyurdular.
  Bu konudaki bir diğer örnek de şöyledir:Mekke'de kalan iki kişi,Bedir harbine katılmamak üzere müşriklere müşriklere söz verdikleri halde,savaşın en sıkıntılı bir anında Resulullah!a gelerek İslâm mücahidlerine katılmak istediklerini bildirmişlerdi.Bunun üzerine Peygamber Efendimiz : "Hayır,biz verdiğimiz söze sadık olmalıyız,yardımı ancak Allah'dan dileriz.O,bize kâfidir"buyurarak onlara verdikleri söze uymaları gerektiğini hatırlatmışlardır.
  Doğru insanlar,dinî emirleri yerine getirmiş olmanın ve insanlara güzel davranmanın kendilerine vermiş olduğu gönül rahatlığı içerisinde yaşarlar.Herkes doğru kimselerle münasebet kurmaya can atar ve adeta yarışır.Dürüst insanlara mal,hak ve sır emânet edilir.Doğru olmayanlara,yani özü,sözü ve işi birbirini tutmayanlara gelince,bunlarla kimse ilgilenmez.Böylelerini değil başkaları,kendi yakınları bile sevmez ve bunlara kimse güvenmez.Bazı kimseler,İlâhi emirlere,yasalara karşı gelmekle toplumda dışlanmanın ve kendilerine değer verilmemenin huzursuzluğu içerisinde kıvranıp dururlar da yine de huzursuzluğa sebep olan kötü alışkanlıklarını bırakacaklarına,yanlış tutumlarını haklı göstermeye çalışırlar.İşte böyle hata ve kusur işlemeye ısrarla devam etmek ve günahlara tövbe edip pişmanlık duymamak son derece sakıncalı bir davranıştır.
  Farz edelim ki insan,bu dünyada istediği kadar mal mülk  ve servet sahibi olmuş,ama İlâhi emirlere uymamış,ahdini yerine getirmemiş,adam kayırmış,rüşvet almış,iftira ve gıybet etmiş,yalan söylemiş,yalancı şahitliği yapmış ve böylece Sevgili Peygamberimiz'in "Bize hile yapan,bizden değildir"(5)buyruğuna muhatap kalmış;insan için bundan daha acıklı bir hal düşünülebilir mi?
  Dünyada doğruluk kadar insanın sahip olabileceği güzel bir haslet olmadığı gibi doğruluk kadar zor bir iş de yoktur.Zira doğruluk;ihlâsla,sabırla,özveriyle,azimle,temiz vicdanla ve kuvvetli irade ile olur.Günümüzde doğru olmadığını söyleyen hiçbir kimseye rastlanmadığı halde toplum arasında bunca hırsızlıkların,cinayetlerin ve haksızlıkların meydana gelmesi,her doğruyum diyenin doğru olmadığını kanıtlar.Sonra doğruluğun ne olup olmadığı herkesin kendi kişisel anlayışına bırakılmış da değildir.Doğruluğun ne olduğu dinî emirler ve yasalarla belirlenmiştir.O halde,bir kimsenin yükümlü bulunduğu görevlerini hakkıyla yerine getirmeden,kendi düşünce ve hevesince yaşayarak hep doğruluktan bahsetmesi ancak kendisini aldatmak olur.
   Evet doğruluk kolay olsaydı âlemlere rahmet ve insanlığa örnek olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol"(6)İlâhi emrini işaretle "Hüd Sûresi beni ihtiyarlattı"buyururlar mıydı?Bu hadis-i Şerif,Resulullah'ın ihtiyarlıktan çekindiği ya da doğruluğun zorluğundan şikâyetçi olduğu manalarına gelmez.O'nun bu endişesi,olsa olsa bizlerin doğruluk sınavında başarılı olup olamayacağımızın kaygısı ve doğruluğun büyük önemini bize anlatmanın bir ifadesidir.
  Yazımızı konuyla ilgili bir ayet-i Celile'nin yüce meâliyle noktalayalım.Allah'u Teâla şöyle buyuruyor:
"Ey İnananlar!Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun."(7)

                            

________________________
1-Ahkâf Sûresi;ayet:13-14
2-Tac tercemesi,5/106
3-Seçme hadisler 1/45
4-Hatemü'l Enbiya sf:289-290
5-Keşfü'l-Hafâ,2/226
6-Hüd Sûresi;ayet:112
7-Tövbe Sûresi;ayet:119
Devamını Oku

İSRAF


  İSRAF
   Din,vatan,hürriyet,namus ve onur gibi yüce değerlerimizi koruyabilmemiz,güçlü olmamıza bağlıdır.Bunun için fert ve toplum olarak üretime,tutumluluğa,kaynak ve imkânları değerlendirmeye,gereksiz üretim ve lüks harcamalardan sakınmaya gayret etmeliyiz.
   Çeşitli sebeplerle ihtiyacımız kadar gelir sağlamamız her zman mümkün olmayabilir.Fakat giderlerimizi gelirlerimize göre ayarlamamız,her zaman elimizde ve irademizde olsa gerektir.
   İsraf dediğimiz aşırı harcamalar,ne yazık ki,son zamanlarda gerek aile hayatımızı ve gerekse sosyal bünyemizi kemiren bir hastalık haline gelmiştir.Oysa mal da bedenimiz gibi bize Allah'ın bir emânetidir.Bu emâneti korumak yerinde harcamakla hem dinî bir görevi yerine getirmiş,hem de aile ve millî ekonomimizin güçlenmesine yardım etmiş oluruz.
   Ekonomık güçlenme yolunda dünya milletlerinin birbirleriyle yarıştıkları,kuvvetli ekonomık,endüstriyel ve askerî güce sahip olan ülkelerin söz sahibi oldukları,zayıf olan ülkelerin haklı olsalar da seslerini duyurmakta zorluk çektikleri,haksızlığa bile uğradıkları günümüzde,huzur ve güvenliğimiz için milletçe,tasarrufa ve tutumluluğa gereken önemi vermeliyiz.Kuvvetli olmanın öneminden dolayı Yüce Rabbimiz,Enfâl Sûresinin 60.ıncı ayetinde mealen:
   "Onlara(düşmanlara)karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın,onunla Allah'ın düşmanını,sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz,Allah'ın bildiği (düşman)kimseleri korkutursunuz"(1)buyrularak,yüce değerlerimize yönelecek düşman saldırılarına karşı güçlü olmamız yolunda bizleri uyarmıştır.
   Ne var ki,güçlü olmak hem çalışıp kazanmaya ,hem de kazancı gereksiz harcamamaya bağlıdır.Bu sebepledir ki Kur'an-i Kerim bir taraftan:"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.Ve çalışması da ileride görülecektir.Sonra ona karşılığı tastamamverilecektir"(2)meâlinde bizi çalışıp kazanmaya çağırmakta,diğer yandan"Ey Âdem oğulları!Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyin;yeyin,için,fakat israf etmeyin;Çünkü Allah israf edenleri sevmez."(3)mealinde bize savurganlığı yasaklamaktadır.
  Malı ve parayı gereksiz yerlere harcamak ve harcamalarda ölçüyü aşmak,nasıl doğru değilse,malın ve paranın gerekli yerlere dahi harcanmaması ve aşırı mal sevgisi de o derecede yanlıştır.Nitekim bir ayet-i Celilede meal olarak:
     "Eli sıkı olma;büsbütüneli açık da olma.Sonra kınanır,(kaybettiklerinin)hasretini çeker durursun"(4)buyrulmuştur.
   Fert aile ve toplumun bünyesinde derin yaralar açan savurganlıkların bazılarına kısaca değinmek isterim:
  Son zamanlarda Ülkemizde aşırı bir şekilde ekmek ve yemek israf edildiğine dair medya haberlerine sık sık raslamaktayız.
Yeme içmede aşırı davranmak,özellikle gereğinden fazla ekmek kesip veya yemek hazırlayıp artanları heder etmek israftır.İsraf ise dinimizde haramdır.Nimete saygısızlık etmek,nimetin bereketini kaybetmemize sebep olabilir.Bunların bilincinde olan bir kimse yeme içmede dahil hiçbir hususta kolay kolay savurganlığa yeltenemez.
  İsrafın önlenmesi için,ilgililerce yapılan uyarıların,kitle iletişim araçlarıyla daha da yaygınlaştırarak sürdürülmesi şüphesiz çok yararlı olur.
  Elektrik,doğalgaz,su,benzin,odun ve kömür gibi hayatî önem taşıyan diğer zaruri tüketim maddelerini de,gereğinden fazla harcamamalıyız.Bunların çoğunun yurt içinde büyük emek ve masraflarla ürettiği ,bir kısmının ise,büyük dövizler karşılığında dış ülkelerden alındığı hepimizce bilinmektedir.Bunları lüzumsuz yere harcamak aile bütçemiz için olduğu kadar milli ekonomimiz yönünden de zarardır.
  Zaman israfı,savurganlıkların en korkucudur.Zira,insan sarf ettiği malı veya parayı tekrar kazanabilir.Ama zaman öyle midir?Halk arasında söylenegelen "Vakit nakittir.",Vakit nakit kazandırır  ama nakit vakit kazandırmaz"gibi sözler,zamanın önemini pek güzel vurgulamaktadırlar.
  Öyle ise,içinde bulunduğumuz zamanı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz.Şu anda sıkıntısını çektiğimiz bazı şeylerin zamanında yerine getirmeyi ihmâl ettiğimiz vazifelerimizden kaynaklandığını düşünerek,bugünün işini yarına bırakmamalıyız.
   Yazımızı konuyla ilgili iki ayet-i kerime meâlleriyle noktalayalım:
 "Akrabaya,yoksula,yolcuya hakkını ver.Gereksiz yere de saçıp savunma.Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar.Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür."(5)
________________________________
1-Enfâl Sûresi;ayet:60
2-Necm Sûresi;ayet:60
3-A'raf Sûresi;ayet:31
4-İsra Sûresi;ayet:29
5-İsra Sûresi;ayet:26-27
Devamını Oku

İSLAM'IN AKLA-DÜŞÜNMEYE VE DAYANIŞMAYA VERDİĞİ ÖNEM

                  
       İSLAM'IN AKLA-DÜŞÜNMEYE VE DAYANIŞMAYA   VERDİĞİ ÖNEM
  İslâmiyet,akla,düşünmeye ve danışma yoluyla iş yapmaya büyük önem verir.Akıl sayesinde insan,doğru ile yanlışı,güzel ile çirkini,yararlı ile zararlıyı birbirinden ayırabilir.Akıllı ve doğru düşünceli insan,bu dünyaya niçin geldiğini,sorumsuz olmadığını bilir.Yaratılışının gayesine uygun çalışarak hem dünyasını hemde ahiretini kazanabilir.Aklı olmayan insanın ise,dinimizde sorumluluğu yoktur.Nitekim,bir Hadis-i Şerifte mealen:
"Kişinin dini,aklıdır.Aklı olmayanın dini de yoktur."(1) buyrulmuştur.Akla hitap eden,düşünmeye çağıran ayet-i kerimelerden bazıları meal olarak şöyledir. "Düşünesiniz diye gerçekten,size ayetleri açıkladık."(2)"Göklerin ve yerin yaratılışında,gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır."(3)Yüce dinimizin akıl sahipleri için düşünmeyi ve murakabeyi bile bir nevi ibâdet sayarken,akıl ve düşünme imkânına sahip olmayanı ibâdetle sorumlu tutmazken,ne yazık ki bugün müslümanlar arasında bid'at,hurafe ve batıl inançlara rastlanmaktadır.İşin daha acısı,bazı kimselerin,dinimizi kesinlikle yasakladığı bu hurafe.bid'at ve batıl inançları dinimizde imiş gibi sanmaları veya göstermeleridir.Bunlardan bazılarına değinmek isterim:
 İstanbul fethedilince,fethin gerçekleştiği salı günü ve fethin tarihini oluşturan 1,4,5,3 rakamlarının toplamı olan 13 rakamı düşmanlarımız tarafından uğursuz sayılmış,daha sonraları her nasılsa bu fikir toplumumuza sızmış,nedeni ve kaynağı bilinmeden bazı çevrelerde benimsenmiştir.Bir işin olması için türbelere mum yakılması,adak adanması,türbelerin pencerelerine ve bazı ağaçlara iplik bağlanması,şirinlik muskaları alınması,büyü yapılması ve yaptırılması da hep bu tür saçma davranışlardır.
  Sevgili Peygamberimizin en acılı anlarında bile akla ve düşünceye ters düşen batıl inançlardan müminleri korumak için üstün gayret gösterdikleri hepimizin malûmudur.Allah Elçisi,oğlu İbrahim'i kaybettiği zaman güneş tutulmuştu.Bazı kimselerin "İbrahim'in ölümünden dolayı güneş tutuldu"dediklerini duyunca Resûl-i Ekrem(S.A.V.),o ıstıraplı halinde bile ümmetini toplayıp,ay ile güneşin,Allah'ın birer kudret alâmeti olduklarını,kimsenin ölümü veya doğumu ile tutulmayacaklarını bildirmişlerdir.(4)Yüce Peygamberimizin bu hassasiyetine rağmen akıl ve mantık dışı hurafelere saplanarak O'nun yolunda olduğunu sanmak ya da iddia etmek,ne derece doğru olur?Sadece akıl nimetine sahip olarak dünyaya gelmiş olmakla iş bitmez.Dini ve dünyevî sorumluluklar yüklenme şerefine erdiren,hitab-ı İlâhiye sebep olan ve yaratıkların içinde en üstün dereceye ulaşmanın özünü teşkil eden bu aklı,alkol ve esrar gibi her türlü uyuşturucu âfetlerden korumalı ve eğitimle iyi yönde geliştirmelidir.
  Ancak unutulmamalıdır ki en üstün zekâya,fikri olgunluğa ve tecrübeye sahip olsa dahi kişinin,işlerinde istişareye büyük önem vermesi gerekir.Zira;Peygamber Efendimiz,aklen,fikren ve ilmen üstün iken Allah Teâla O'na:
  "Onları affet;bağışlanmaları için dua et;iş hakkında onlara danış.Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven"(5)buyrarak,habibinin şahsına bütün müminlere,danışma yoluyla iş yapmanın önemini bildirmişlerdir.
  Allah'ın son elçisi,bu İlâhî buyruğa uygun davranışlarıyla hayatının her anında ümmetine örnek olmuş;hakkında vahiy olmayan ve kendi fikriyle hareket ettiği konularda her zaman ashabıyla istişare etmiş,en uygun fikri benimsemiş ve çoğunluğun görüşüne katılmışlardır.Mesela:
  Bedir harbinde ashaptan Hubab bin Münzir (R.A)'ın teklifiyle İslâm ordusunun yeri değiştirilip daha münasip ve emin bir yere geçirilir.İlk konaklanan yeri,bu mevkii çok iyi tanıyan Hubab beğenmez ve Hz.Peygamber'e: "Ya Resûlallah,buraya vahiy ile mi konakladınız?Yoksa bu kendi fikrinizle mi?"diye sorar.Peygamber Efendimiz, "Hayır vahiy ile değil kendi fikrimle"deyince Hubab,Bedir köyünün en sonundaki kuyunun önüne ordugah kurulmasını teklif eder.Bu teklif uygun görülür.(6)
  Sözün özü:Yüce Rabbimizin bize en büyük lütfu olan düşünme yeteneğimizi içki ve diğer uyuşturucu maddelerle zedelemeyelim ve dumura uğratmayalım.Aklımızı ve ruhumuzu Cenab-ı Hak'kın emirleri ve Sevgili Peygamberimizin hadisleri ışığında ve doğrultusunda geliştirmeye ve olgunlaştırmaya gayret edelim.Hurafe,bid'at ve batıl inançlardan uzak duralım.
  Çok okuyarak bilmediklerimizi öğrenmeye çalışalım.Fakat ne kadar bilgili olursak olalım aklımıza ve bilgimize güvenip işlerimizde başkalarına danışmakta geri durmayalım.Unutmayalım ki,çok şey bilenlerin de bilmedikleri çok şey vardır.Atalarımız boşuna "Çok bilen çok yanılır","Danışan dağlar aşar,danışmayan düz yolda şaşar" dememişler ya...
                  

_____________________________________
1-Fethu'l-kadir,3/535
2-Hadid Sûresi,ayet:17
3-Âl-i İmran Sûresi;ayet:190
4-Hatemü'l Enbiya Hz.Muhammed ve Hayatı,sf:363
5-Âl-i İmran Sûresi;ayet:159
6-Hatemü'l Enbiya Hz.Muhammed ve Hayatı,sf:221
Devamını Oku