Cevat Sağlam



3.7.11

MÜMİN KIYAMET'TE ALLAHU TEALÂ'YI GÖRME ŞEREFİNE ERİŞECEKTİR



MÜMİN KIYAMET'TE ALLAHU TEALÂ'YI GÖRME ŞEREFİNE ERİŞECEKTİR
   İnanan her insanın görevi,elden geldiğince  çalışarak hem dünya hem de ahiret hayatını kazanma azim ve gayreti içinde olmaktır.Kişi plânlı ve programlı çalışmakla dünya nimetlerini kazanabileceği gibi,sağlam inancı,çalışkanlığı ve salih ameli sayesinde de Kıyamet'te nimetlerin en büyüğü olan Cennet'e girme ve ondan da öte Allahu Tealâ'yı görme şeref ve bahtiyarlığına erişecektir.Nitekim"O gün birtakım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır"(1)yüce İlâhî buyruğu bu gerçeğin açık delillerdendir.
   Hadis-i Şeriflerde de Kıyamet'te müminlerin Cenab-ı Hak'kı görecekleri açıklanmıştır.Bunlardan birini Sevgili Peygamberimizin ashabından olan Cerir bin Abdullah'tan dinleyelim:
   Peygamber (S.A.V.)'in yanında oturuyorduk.Ayın ondördü idi.Aya baktı ve "Şüphesiz siz,Rabbiniz'in karşısına çıkacak ve kendisini şu ayı gördüğünüz gibi,hiç zahmet çekmeden göreceksiniz"buyurdu.(2)bu konudaki bir başka hadis-i şerif de meâl olarak şöyledir:
   "Cennet ehli Cennet'e girdiklerinde Allahu Tealâ Hazretleri"Size her şeyi vermemi istiyor musunuz?"diye soracak Cennet ehli;Ya Rab,Sen bizim yüzümüzü bembeyaz yapmadın mı?Bizi Cennet'e koymadın mı?Bizi ateşten korumadın mı?Daha ne isteriz diyecekler.Bunun üzerine Cenab-ı Hak,Cennet ehlinin gözlerindeki perdeyi kaldıracak.Artık onlara Rablerini mekândan uzak olarak görmekten daha sevgili bir şey verilmemiş olduğu anlaşılacaktır."(3)
   Evet,Hak Tealâ Hazretleri mekândan,cihetten ve keyfiyetten uzak olduğu halde Yüce Zâtını Cennet ehline gösterecektir.Hiçbir tefsir ve tevile ihtiyacı olmayan bu ayet ve hadislere rağmen Kıyamet'te Cenab-ı Hak'kın görüleceğini kabul etmemek,Ehl-i Sünnet görüşüne ters düşen bir davranıştır.
   Cennet'in nimetlerini ve Cehennem'in azâbını bildiren ayet ve hadisler sayılmayacak kadar çoktur.Allahu Tealâ'nın hoşnut olduğu kullarına ikram ettiği yer ve nimetlerin eşsiz güzellikte olacağı şüphesizdir.Bu bakımdan Cennet'in nimetlerini,Cehennem'in kötülüklerini saymak yerine Cennet'i kazandıracak ve Cehennem'den uzaklaştıracak hususları belirleyen bazı ayet-i Celileleri meal olarak sunalım:
   "...Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız,O'ndan en çok korkanınızdır..."(4),"...Kendinize azık edinin,şüphe yok ki azığın en iyisi Allah korkusudur.Ey akıl sahipleri!Benden korkun"(5),"(Resûlüm!)De ki:(Kulluk ve)yalvarmanız olmasa,Rabbim size ne diye değer versin?"(6),"Azmettiğin zaman artık Allah'a güvenip dayan.Çünkü Allah kendine güvenip dayananları sever."(7),"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur ve çalışması da ileride görülecektir."(8),"Allah'ın kitabını okuyanlar,namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık sarfedenler,asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler."(9),"Allah'a ve Resûlüne itaat edin,birbirinizle çekişmeyin;sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.Bir de sabredin.Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."(10),"Hiç şüphesiz Allah size emânetleri teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletli hükmetmenizi emreder."(11),"İman edip iyi işler yapan,namaz kılan ve zekât verenler var ya,onların mükâfatları Rableri katındadır.Onlara korku yoktur.Onlar üzüntü de çekmezler."(12),"Peygamber size neyi vermişse onu alınız;neden sizi nehyetmişse ondan sakınınız."(13)
   Konuyla ilgili bazı hadis-i şeriflerin mealleri de şöyle:
"Bir kulun yalnız Allah'ın rızasını gözeterek öfkesini yenmesinden Allah katında ecri daha büyük bir amel yoktur"(14),"Allah'a imandan sonra amellerin en faziletlisi,insanlara sevgi ve dostluktur"(15),"Nefsin yedi kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki,iman etmedikçe Cennet'e giremezsiniz ve birbirlerinizi sevmedikçe de olgun mümin olamazsınız."(16),"Yanıbaşında komşusu aç iken kendi karnını doyurup uykuya dalan kimse bizden değildir."(17),"Hiçbiriniz kendiniz için arzu ettiklerinizi kardeşiniz için de arzu etmedikçe iman etmiş olmaz."(18),"Beşikten mezara kadar ilme talip olun."(19),"Emniyetli ve doğru tüccar,Kıyamet gününde Peygamberler,sıddıklar ve şehidlerle birlikte diriltilirler."(20),"Rüşvet alana da,verene de,aralarında vasıta olana da Allah lânet etsin."(21),"Sizin en hayırlınız ne dünyası için ahiretini,ne de ahireti için dünyasını terkeden değil,her ikisi için de gereği gibi çalışandır."(22)
   Sözün özü;dünya ve ahiret mutluluğu isteyen kimse,hem dünyası hem de ahireti için gereğince çalışmalıdır.Yoksa,yalnız ahiret hayatı için çalışıp dünya hayatıyla ilgilenmeyerek ya da ahiretin sonsuz nimetlerle dolu daimi hayatını uzak bir gelecek kabul edip,bu hayata kıyasla saltanat ve ihtişamı geçici olan dünya hayatına kendini kaptırarak,yüce Allah'ın ne Cemaliyle ne de Cennetiyle müşerref olmak mümkündür.
   Cenab-ı Hak,cümlemizi Cennet'i ve Cemali'yle sevindirsin.


____________________________________
1-Kıyamet Sûresi;ayet:22-23
2-Tac Tercemesi,5/762
3-Tac Tercemesi,5/763
4-Hucurat Sûresi;ayet:13
5-Bakara Sûresi;ayet:197
6-Furkan Sûresi;ayet:77
7-Âl-i İmran Sûresi;ayet:159
8-Necm Sûresi;ayet:39-40
9-Fatır Sûresi;ayet:29
10-Enfal Sûresi;ayet:46
11-Nisa Sûresi;ayet:58
12-Bakara Sûresi;ayet:277
13-Haşr Sûresi;ayet:7
14-İbn-i Mace,Seçme Hadisler,2/50
15-Muhtaru'l-Ehadis,Had.No:30
16-Riyazu's-Salihin 1/410
17-Tecrid-i Sarih Tercemesi,7/406
18-Tecrid-i Sarih Tercemesi,1/30
19-Muhtaru'l-Ehadis,Had.No:496
20-Tac Tercemesi,2/361
21-Ahmed İbn-i Hanbel,el Müsned,2/212
22-Muhtaru'l-Ehadis,sh:87-144
Devamını Oku

ZEKAT VE FİTRE


ZEKAT VE FİTRE
Zekâtın sözlük anlamı “Temizlik,övmek,artmak ve bereketli olmak”tır.Fıkıh ilmindeki manası ise;dinen zengin sayılan kimsenin,malından belli bir kısmını,belli bir zaman sonra yoksullara Allah rızası için vermesidir.Kişinin kulluğundaki içten bağlılığını belgelediği için zekâta “sadaka”da denmiştir.Sadaka sözü,zekâttan daha kapsamlı olup,vacip ve nafileleri de içermektedir.
   Zekâtın ferd ve topluma faydaları çoktur:Zekât,mala karşı aşırı düşkünlüğü ve cimriliği önler,merhamet duygularını harekete geçirip fakir,köle,borçlu ve yolcu gibi yokluk içinde bulunan kimselere yardım edilmesini sağlar.Zekâtını veren kimse,Allah’ın emrini yerine getirmiş olmakla,Yüce Mevlâ’nın sevgisini mal sevgisine tercih etme bahtiyârlığına ulaşır.Zekât,İlâhî nimetlere karşı şükran görevinin yerine getirilmesine vesîle olur.Zekât,malın hayırlı ve bereketli olmasına sebep olur.”Zekât,İslâmın köprüsü”sayılmıştır.Zira zekâtta zengin fakirin gönlünü alırsa,yoksul da iyiliğini gördüğü zengine karşı sevgi besler ve onun malına göz dikmez.Böylece toplumda kardeşlik bağları güçlenir;huzur ve güven duyguları pekişir.
   Zekât,Hz.Peygamber(S.A.V.)’ın hicretlerinin ikinci yılında farz kılınmıştır.Bir kimseye zekâtın farz olması için O kimsenin Müslüman,hür,aklı başında,erginlik çağına ulaşmış olması;temel ihtiyaçlarından ve borçlarından başka en az nisap miktarında,artmaya,kazanç sağlamaya elverişli ve mülkiyete intikalinden sonra üzerinden bir kameri yıl geçmiş olan altın,gümüş,mal,para ya da ticarî eşya gibi değerlerden birine sahip bulunması gerekir.
   Zekâtta nisaba sahip olmak,zekâtı verilecek bir malda veya eşyada dinen belirlenmiş bir sayıya ulaşmış olmak demektir.Nisap miktarı hem senenin başında hem de sonunda bulunmalıdır.Bunun senenin ortasında azalması zekât verilmesine engel değildir.
   Temel ihtiyaçlardan maksat:Ev,ev eşyası,kışlık ve yazlık elbise,gerekli silah,kitap,binek veya araba,zanaatta kullanılan alet,takım,tezgah,ailenin bir yıllık nafakası,bir rivayete göre bir aylık nafakası ve geçinmek için zaruri olan diğer ihtiyaçlardır.
   Borcu bulunan bir kimse,mevcut malından borcu çıktıktan sonra elinde nisaptan az olmamak üzere bir malı kalırsa,o kalan malın zekâtını vermelidir.
   Bir kimsenin,elinde bulunan nisap miktarındaki malı kadar borcu olsa,o kimse zekât vermekle yükümlü olmaz.Fakat bu borç herhangi bir şekilde düşerse,borcun düşüş tarihinden itibaren bir yıl geçtikten sonra o kimse,elindeki malın zekâtını vermekle yükümlü olur.
   Ticarette sunulan alet,makine,giyecek,yiyecek,hayvan ve benzeri mallar zekâta tabidir.Ev,dükkân,tarla,bağ gibi mülklerden alınan kira bedelleri de ticaret malı olarak kabul edilir.Ticareti yapılmayan ve yalnız kira getiren ev,dükkân,alet,makine ve benzeri eşya ve tesislerden elde edilen kira bedellerinin nisap miktarına ulaşması ve bu paraların üzerinden bir yıl geçmesiyle bunlar da zekâta tabi olurlar.
   Bir kimse zekâtını ayırırken ya da ehline verirken niyet etmelidir.Zira zekât,bir ibâdettir.İbâdetlerin makbul olması için niyet şarttır.Fakire niyetsiz verilen bir mal onun elinde bulunuyorsa,zekâta niyet edilmesi yeterlidir.
   Bir kimse,zekâtını vermesi gereken malının hepsini sadaka olarak verse,o malının zekâta ödenmiş olur.
   Zekâtı verilmesi gereken bir mal veya para,üzerinden bir yıl geçtikten sonra artacak olursa,o artan ana para veya mala da yıl sonunda zekât düşer.
   Zekât,malın orta hallisinden verilir.Bu uygulama yüce Peygamberimizin “Onların mallarından orta hallisini al”meâlindeki yüce buyruklarına dayanmaktadır.
   Nisap miktarına sahip olan bir kimse,malının üzerinde bir yıl geçmeden önce,zekâtını peşin olarak verebileceği gibi,birkaç zekâtı da birden verebilir.
   Nisap miktarında olan altın ve gümüşe,ticaret amacıyla olsun olmasın zekât düşer.Bunların para,külçe,ziynet eşyası ve benzeri maksatlarla kullanılıyor olması fark etmez.Ancak,kadınların altın ve gümüşten olan süs eşyalarında yalnız ağırlık dikkate alınır.Sanat değeri itibare alınmaz.
   Nisap miktarındaki altın ve gümüşten her birinin zekâtını ayrı ayrı vermek gerekir.Nisap miktarında olmayan altın ve gümüşün zekâtları ise bu miktarlar birbirine ilâve edilerek elde edilen nisaptan verilmelidir.
   Altının nisap miktarı yirmi miskal,yani doksanaltı gramdır.Temel ihtiyaçlarından başka doksanaltı gram altını olan bir Müslüman,bunun kırkta birini zekât olarak vermekle mükelleftir.Yirmi miskalden artan her dört miskal,yani 19.2 gram altın için de 0.48 gram zekât verilmelidir.
   Gümüşün nisabı,ikiyüz dirhem yani altıyüzyetmişiki gramdır.İkiyüz dirhem gümüşü olan bir kimsenin,beş dirhem gümüş zekât vermesi gerekir.Sahip olduğu gümüş,ikiyüz dirhemden fazla olursa o kimse,her kırk dirhemden birini zekât olarak vermelidir.
   Altın ve gümüşten başka elmas,inci,pırlanta,zümrüt ve yakut gibi ziynet eşyaları,temel ihtiyaçlardan olmamakla beraber bunların kıymetleri nisap miktarına ulaşsa da,ticarette sunulmadıkları takdirde sahipleri zekât vermekle yükümlü olmazlar.Ancak bu kimseler,zekât ve sadaka alamadıkları gibi,kendilerine kurban kesmek,fıtır sadakası vermek vacip olur.Şayet bu ziynet eşyaları ticarette kullanılıyorsa,bu takdirde bunların değerleri üzerinden zekâtlarının verilmesi gerekir.
   Bir kimse,sahip olduğu bir ticaret malının veya çeşitli ticaret mallarının değeri,en az altın veya gümüş nisabına ulaşır ve aradan bir yıl geçerse,yıl içinde artanlar da dahil olmak üzere bunların kırkta birini zekât olarak verir.
   Kağıt paralarla banknotlar için de zekât vermek gerekir.Bunların nisap miktarı,altın ve gümüş nisabından birinin tutarıdır.
   Zekâtı verilmesi gereken ehli hayvanlardan bir cinsin zekâtı,kendi nisabından verilir.Zekât vermek üzere biri diğeriyle birleştirilmez.Sütünden ve yavrularından yararlanmak üzere bütün yıl veya yılın çoğunda meralarda otlatılarak beslenen ve fıkıhta”saime”diye adlandırılan ehli hayvanlara zekât düşer.Bütün yıl veya yılın çoğunda evde yem,ot ve samanla besleyerek üretilen hayvanlarla yük taşıtmak,çift sürmek ya da binmek gayesiyle meralarda beslenen hayvanlar,zekâta tabi olmazlar.Sığır,davar ve deve ticaret malı olarak bulundurulursa bunlarda nisap aranmaz;kıymetleri itibarıyla zekâtları ödenir.
   Koyunun nisabı kırktan başlar.Bir kimse en az kırk koyuna sahip olur ve aradan bir sene geçerse yıl içinde artanlar da dahil olmak üzere bütün koyunların kırk ile yüzyirmi arası için bir koyun,yüzyirmibir ile ikiyüz arası için iki koyun,ikiyüzbir ile üçyüzdoksandokuz arası için üç koyun,koyunları sayısı dörtyüz olunca dört koyun vererek zekâtını öder.Koyunların sayısı dörtyüzü geçince,her yüz koyunda bir koyun ilâve etmek suretiyle zekâtını verir.Keçi,koyun cinsinden olduğu için her ikisi bir hesaplanır.
   Sığırın nisabı otuzdur.bundan azı için zekât gerekmez.Sığırların otuzdan otuzdokuza kadarı için iki yaşına basmış erkek veya dişi bir buzağı,kırktan ellidokuza kadarı için üç yaşına girmiş bir dana,sığırların sayısı altmış olunca iki yaşına basmış dişi veya erkek iki küçük sığır verilmek suretiyle zekâtları ödenir.Sonra,her otuz sığırda bir buzağı ve her kırk sığırda bir dana ilave edilerek zekâtları verilir.Manda,sığır cinsinden olduğu için her ikisi bir hesaplanır.
   Devenin nisabı beşten başlar.Bundan azı için zekât gerekmez.Develerin zekâtı,beş ile dokuz arası için bir koyun,on ile ondört arası için iki  koyun,onbeş ile ondokuz arası için üç koyun,yirmi ile yirmidört arası için dört koyun,yirmibeş ile otuzbeş arası için iki yaşına basmış bir dişi deve yavrusu,otuzaltı ile kırkbeş arası için üç yaşını bitirmiş bir dişi deve vermek suretiyle ödenir.
   Kur’an-ı Kerim’de belirlenen zekât verilecek sekiz sınıf şunlardır:
1-Fakirler,yani nisap miktarı değerinde artmaya ve kazanç sağlamaya elverişli bir mal ya da paraya sahip olmayanlar.
2-Miskinler,yani fakirden daha düşkün olup,hiç bir şeye sahip olmayanlar.
3-Zekâtı toplamak veya korumak için görevlendirilenler.
4-Kalpleri kazanılmak,müslümanlığa ısındırılmak istenenler.Bu sınıf,sonradan icma-ı Ümmetle zekât verilecek sekiz sınıftan çıkarılmıştır.
5-Kölelikten ya da cariyelikten bir bedel karşılığında kurtulmak için efendileri ile anlaşma yapmış kimseler.
6-Meşru yollarla borç altına girmiş olanlar.
7-Allah yolunda gönüllü olarak savaşa katılmak istedikleri halde bunu gerçekleştirecek maddî güce sahip olmayanlar.
8-Yolcular;bundan maksat;memleketlerinde zengin olsalar da,yolculuk esnasında muhtaç kalan kimselerdir.Kendi ülkelerinde bulundukları halde,mallarını kaybeden ve muhtaç duruma düşen kimseler de yolcu hükmündedirler.
Zekât,fakire hiçbir karşılık beklemeksizin verilmelidir.Bir kimse,durumları ne olursa olsun babasına,annesine,büyük babalarına,büyük annelerine,evlâdına,torunlarına zekât veremez.Fakat muhtaç olan erkek veya kız kardeşlerine,amcalarına,dayılarına,halalarına,teyzelerine ve bunların çocuklarına zekât verebilir.
   Bir kimsenin,bulunduğu yerden zekâtını başka bir yere yollaması mekruhtur;çünkü oturduğu yerdeki fakirler,bu zekâta daha lâyıktırlar.Fakat orada muhtaç olan hısım akrabası var ise ya da oradaki fakirler daha muhtaç durumda iseler,o takdirde onlara göndermek mekruh değildir.
   Zekâtla ilgili bu açıklamalardan sonra fıtır sadakasına da kısaca değinmek istiyorum:
   Fıtır sadakası,borçlarından ve temek ihtiyaçlarından fazla nisaba sahip olan büyük-küçük,erkek-kadın her hür Müslüman üzerine vaciptir.Fitredeki nisap miktarı ve temel ihtiyaçlar,zekâttaki ile aynıdır.Şu farkla ki,fıtır sadakasında nisabın üzerinden bir yıl geçme ve artmaya,kazanç sağlamaya elverişli olma gibi şartlar aranmaz.Fitre vermek için Ramazanda nisap miktarı mala sahip olmak yeterlidir.
   Dinen zengin sayılan bir müslümanın hem kendisi için hemde erginlik çağına ulaşmış zengin olmayan çocukları için fıtır sadakası vermesi vaciptir.Fakat O,zengin olsun olmasın anasının,babasının,karısının ve erginlik çağına ulaşmış çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlü değildir.Bir kimse karısının ve büyük oğlunun fitrelerini,onların haberi olmaksızın verirse onların fitreleri verilmiş olur.Ancak bir kimse anasının,babasının fitrelerini onların haberi olmadan verse o fitreler verilmiş olmaz.
   Fıtır sadakası;buğday,buğday unu,arpa unu,hurma ve kuru üzümden verilir.Bir şahıs için fıtır sadakasının miktarı buğday ve buğday unundan yarım “sa’”,yani 1759 gram;arpa,arpa unu,hurma ve kuru üzümden ise,bir “sa’”dır.İmam Şafii’ye göre buğday ve buğday unundan da bir “sa’” verilmesi gerekir.
   Kendisine fıtır sadakası vacip olan bir kimse,zenginlik durumuna göre ya bu gıda maddelerinden  herhangi birinin belirlenmiş miktarını ya da onun kıymetini nakit olarak verir.Fıtır sadakası,kendilerine zekât verilebilecek kimselere verilebilir.
   Konuyla ilgili bazı ayet-i Kerime ve hadis-i Şerifler sunarak sohbetimizi sona erdirelim.Kur’an-ı Kerim’de meâlen şöyle buyruluyor:
 “Namaz kılın,zekâtı verin,kendiniz için işlediğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız…”(1),”Ey İnananlar!Alışverişin,dostluğun,şefâatın olmayacağı günün gelmesinden önce,sizi rızıklandırdığımızdan hayra sarfedin…”(2),”Sevdiğiniz şeylerden sarfetmedikçe iyiliğe erişemezsiniz.Her ne sarfederseniz,şüphesiz Allah onu bilir.”(3),”Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği emreder,Allah ise kendisinden mağrifet ve bol nimet  vâdeder.Allah’ın lütfu boldur,O,her şeyi bilir.”(4),”Sadakalarınızı,
kendilerini Allah yoluna adamış yeryüzünde dolaşamayanlara,hayalarından dolayı,kendilerini tanımayanların zengin saydıkları yoksullara verin.Onları yüzlerinden tanırsın,insanlardan -yüzsüzlük ederek-bir şey istemezler…”(5),”Ey İnananlar!Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp,insanlara gösteriş için malını sarfeden kimse gibi,sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın.”(6),”Zekâtlar,Allah’tan bir farz olarak yoksullara,düşkünlere,zekât memurlarına,kalpleri müslümanlığa ısındırılacaklara verilir;kölelerin,borçluların,Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarfedilir.
Allah Bilendir,Hakimdir,”(7),”Allah’ın lütfederek bol bol servet verdiği kimseler cimrilik gösterirlerse,bunun haklarında hayırlısı olacağını sanmasınlar.Bilâkis bu onlar için pek kötü olacaktır.Kıyamet gününde,cimrilik gösterdikleri şey boyunlarına dolanacaktır…”(8)
   Yüce Peygamberimiz,bir gün kendisine gelerek;”Bana bir amel söyle ki,Cennet’e girmeme vesîle olsun”diyen bir Sahabiye:”Allah’a ibâdet eder ve O’na hiçbir ortak koşmazsın.Namaz kılar,zekâtı verirsin,”(9)buyurmuşlardır.Bir hadis-i Şerifte de fıtır sadakası vermenin kişinin malının ve kalbinin arınmasına vesîle olacağı bildirilmiştir.(10)
   Ne mutlu zekâtını,fitresini zamanında verip bayramın sevinç ve huzurunu yoksullarla paylaşarak Allah Teâla’nın rızasını kazananlara!...


______________________________
1-Bakara Sûresi;Ayet:110
2-Bakara Sûresi;Ayet:254
3- Al-i İmran Sûresi;Ayet:92
4-Bakara Sûresi;Ayet:268
5-Bakara Sûresi;Ayet:273
6-Bakara Sûresi;Ayet:264
7-Tövbe Sûresi;Ayet:60
8- Al-i İmran Sûresi;Ayet:180
9-Riyazu’s-Salihin Tercemesi,2/477
10-Tecrid-i Sarih Tercemesi,5/392
Devamını Oku

2.7.11

Mİ’RAC KANDİLİ


Mİ’RAC KANDİLİ
   Mi’rac kelimesinin sözlük anlamı yücelmektir.İslâmiyette özel anlamı ise,Resûl-i Ekrem (S.A.V.)’in,gecenin bir anında Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya ve oradan da göklere çıkarılmasıdır.Hz.Peygamber mi’racını anlatırken “Yükseğe çıkarıldım”buyurduklarından,bu olay mi’rac diye anılmıştır.Ayrıca geceleyin gerçekleştiğinden “gece yolculuğu ettirilmek”manasında buna “İsrâ”denilmiş,bu kelime aynı hadiseyi anlatan sûrenin de ismi olmuştur.
   Allah Elçisi’nin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aks’a’ya yolculuğunu bildiren ayet-i Kerime meal olarak şöyledir:
   “Bir gece,kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed)kulunu Mescid-i Haram’dan,çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.O,gerçekten işitendir,görendir.”(1)Sevgili Peygamberimiz’in Kudüs’ten göklere yolculuğu ise hadis-i şerifte belirlenmiştir.(2)O halde bunlardan birincisini inkâr eden Kur’an-ı Kerim’i,ikincisini inkâr eden de Resûl-i Ekrem’i yalanlamış olur.
   Ayet-i Kerimede geçen Mescid-i Haram,Mekke’de ortasında Kâ’benin bulunduğu Cami-i Şerif’tir.Buna “Harem-i Şerif”de denir.Haram denilmesinin sebebi,kendisine saygı gösterilmesi gerektiği içindir.Bir hadis-i Şerifte:”Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz diğer mescidlerde kılınan yüzbin namazdan daha faziletlidir”(3)buyrulmuştur.Mescid-i Aksâ ise Kudüstedir.Bu ma’bed,Mescid-i Haram’a uzaklığı sebebiyle”çok uzak mescid”anlamında “Mescid-i Aksâ”diye isimlendirilmiştir.Mescid-i Aksâ,birçok peygamberin bulunduğu ve vahy indiği yer olmasından dolayı Hz.Peygamber’in  Mi’racında da yol uğrağı olmuştur.
   İslâmiyette yükselişin ve ufuk genişliğinin sonsuzluğunu açık bir şekilde sergileyen Mi’rac,kulun Cenab-ı Hak’ka yakınlık derecesinin en yükseğidir.Bütün varlıkları sonsuz kudretiyle vareden yüce Mevlâ zaman zaman bu kudret ve azametinin eserini peygamberleri üzerinde göstermiştir.İsrâ-Mi’rac mucizesi ise,Hz.Peygamberin en son,en büyük ve en sevgili peygamber olduğunu sergileyen bir delil olarak,bütün bunların en harikulâdesidir.
   Resûl-i Ekrem,amcası Ebû Talib’in vefatından sonra müşriklerin kendisine karşı eza ve cefalarını daha da arttırmaları üzerine Taif’e gidip,orada oturan Sakif Kabilesini İslâm Dinine davet etmişti.Fakat onlar imana gelmek şöyle dursun,Allah Elçisi’ni insafsızca taşa tutmuşlardı.Bunun üzerine Hz.Peygamber çok üzgün bir vaziyette Mekke’ye dönmüş ve Cenab-ı Hak’ka dua ederek O’ndan yardım dilemişti.
   İşte Hicretten bir buçuk yıl önce Recep ayının 27.inci gecesi,yüce Allah’ın emriyle Cebrail(A.S.),sevgili Peygamberimizi manevî ve ruhanî bir binekle Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya götürüp,oradan da göklere çıkarılmıştır.Cebrail’in arkadaşlığı Sidre-i Münteha’ya kadar devam etmiş,bundan sonra Resûl-i Ekrem hiçbir insanın ve meleğin erişemeyeceği üstün makamlara yükselmişti.Süre,yer ve araç kavramları ortadan kaldırılan ve canlı varlığın yaşama koşullarına başka bir yön verilen bu yolculukta Resûl-i Ekrem’e gözlerden gizli kalan nice gerçekler gösterilmiş,aklın kavrayamıyacağı sırlar açılmış ve yüce Rabbi sevgili Peygamberine harfsiz,sessiz ve vasıtasız hitap etmiştir.
   Hz.Peygamber için böylesine şerefle dolu olan Mi’rac mucizesi,biz Müslümanlar için de büyük bir İlâhî lütuftur.Zira dinimizin direği sayılan namaz,o gece farz kılınmıştır.Mi’rac’ta Resûlullah,vasıtasız olarak Mevlâsıyla karşı karşıya geldiği gibi,namaz esnasında mümin de doğrudan doğruya Rabbinin huzuruna çıkmaktadır.Onun için “Namaz,müminin mi’racıdır”denmiştir.
   Mi’rac gecesinde yüce dinimizin inanç esaslarını,ahlâk ve fazilet kaidelerini ihtiva eden bazı İlâhî emirler de vahyedilmiştir.Dünya ve ahiret saadetini isteyen herkesin uymak durumunda olduğu bu prensipler özet olarak şöyledir:
   “Allah’a ortak koşmayın.Ana-babaya iyilikte bulunun,saygıda kusur etmeyin.Akrabaya,fakir ve kimsesizlere,yolda kalmışlara haklarını verin.Elinizdeki imkânları saçıp savurmayın,müsrif olmayın,elinizi boynunuza bağlarcasına cimrilik de etmeyin.Çocuklarınızı geçim sıkıntısı korkusuyla öldürmeyin,zinaya yaklaşmayın.Haksızlık yaparak adam öldürmeyin,cana kıymayın.Yetimin malına (iyi niyet dışında)el sürmeyin.Ahde vefa gösterin,sözünüzde durun.Ölçüyü ve tartıyı tam yapın,doğru terazi ile tartın.Bilmediğimiz şeyin ardına takılmayın.Çünkü kulak,göz,kalb…bu azaların hepsi sorumlu tutulacaktır.Yeryüzünde kibirlenerek gezmeyin.”(4)
   Resûl-i Ekrem bu kutsal yolculuktan döndüğünde mânen güçlenmiş,sıkıntıları azalmış,ümit kapıları açılmış olarak İslâm Dinini yaymaya devam etmiştir.Mi’racın taşıdığı çeşitli inceliklerden birisi de bu seyahatin yakın bir yolculuğa,Mekke’den Medine’ye hicret edilmesi zaruretine ve bunun için hazırlık yapılmasına bir işaret olmasıdır.
   Bu kadar büyük bir feyz kaynağı olan mübârek Mi’rac Gecesi’ni derin bir şevk ve gönül uyanıklığı ile ihya edelim,Allah’ın ve Peygamberin emirlerine daha sıkı sarılalım,geçmiş günahlarımızın affı için yüce Rabbimize yalvaralım,ölülerimizi rahmetle analım,büyüklerimizin gönüllerini almaya çalışalım,yetim ve yoksulları unutmayalım,çocuklarımıza bu gecenin faziletini onların anlayabileceği bir dille anlatalım.


______________________________
1-     İsrâ Sûresi,ayet:1
2-     Tac Tercemesi,3/48-489
3-     Kenzu’l-İrfan hadis No:319
4-     İsrâ Sûresi;ayet:22-37
  
Devamını Oku

1.7.11

MALLARIMIZ VE ÇOCUKLARIMIZ BİZLERİ İMTİHAN İÇİN VERİLMİŞTİR


MALLARIMIZ VE ÇOCUKLARIMIZ BİZLERİ İMTİHAN İÇİN VERİLMİŞTİR
   Mal ve çocuklar,Allah’ın kullarına sunduğu lütuf ve emanetlerdendir.Meşru bir surette elde edilen ve harcanan mallar,Allah’ın emrine bağlı olarak yetiştirilen çocuklar,kişiyi dünya ve ahiret mutluluğuna erdirecek vasıtalardır.Bir hadis-i şerifte,öldükten sonra da amellerinin ecir ve sevabı devam edeceği bildirilen dört kimseden biri,cami,okul,hastane gibi eserler yaptırarak insanlara faydalı olan;diğeri ise,kendisine hayır dua edecek evlat bırakandır.(1)Bu noktada A’raf Sûresinin 32.inci ayetinde,
   “De ki:Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?De ki:Onlar,dünya hayatında,özellikle Kıyamet gününde müminlerindir…”(2)buyrulmuştur.Bu ayet-i kerime ve hadis-i şerif,iyi mal ve iyi evlâdın İslâmiyetteki üstün değerini gösteren delillerdendir.Kur’an-ı Kerim aynı zamanda mal ve evlât sevgisinde haddî aşıp yüce Mevlâ’yı unutmamamız için bizleri şöyle uyarıyor:
   “O gün,ne mal fayda verir ne de evlât.Ancak Allah’a kalb-i selîm(temiz bir kalp)ile gelenler(o günde fayda bulur).”(3),”Servet ve oğullar,dünya hayatının süsüdür;ölümsüz olan iyi işler ise Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı,hem de ümit bağlamaya daha lâyıktır.”(4),”Ey iman edenler!Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın.Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.”(5),”Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır.Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır.”(6)
   Müslümanlıktan önce putperestler mal,evlât ve soy çokluğuyla övünürler,bazen soylarının çokluğunu ispatlamak için kabirlere gidip ölen hısımlarını sayarlardı.İslâmiyet,insanı gereksiz yere meşgul eden ve toplum hayatını sarsan bu tür büyüklenme ve övünmeleri yasaklamış;fazilet ve üstünlüğün mal ve evlâdın çokluğundan değil,sağlam inanç,güzel ahlâk ve Allah’tan saygıyla korkup kötülüklerden sakınmakta olduğunu ilân etmiştir.Yalnız Allah’a kulluk eden ve O’ndan başkasından yardım beklemeyen bir kimse malıyla,evlâdıyla ve aşiretinin çokluğuyla övünmez.Malını Allah’ın emirleri doğrultusunda harcamaya,çocuklarını bu doğrultuda yetiştirmeye gayret eder.
   Sahip olunan mal ve parayı Allah yolunda harcamaya çağıran ayet-i kerimelerden bazıları meal olarak şöyledir:
   “Ey iman edenler!Kendisinde artık alış-veriş,dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet)gelmeden önce,size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın…”(7),Eğer Allah’a (rızası uğruna)ödünç verirseniz,Allah onu sizin için kat kat arttırır ve sizi bağışlar…”(8),”Herhangi birinize ölüm gelip de “Rabbim!Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!”demesinden önce,size verdiğimiz rızıktan harcayın.”,”Allah,eceli geldiğinde hiç kimseyi(ölümünü)ertelemez.Allah,yaptıklarınızdan haberdardır.”(9)
   Bu ayet-i kerimelerde,ölüm gelmeden önce uyanmamız;Allah yolunda yapılması gereken şeyleri yapmamız,elimizden geldiğince malî fedâkârlıkta bulunmamız,zekât,vergi,sadaka,
keffaret gibi yükümlülükleri ve hayırları yerine getirmemiz emredilmekte;ihtiyacı olanlara maddî bir karşılık beklemeksizin ödünç vermenin Allah katındaki üstün değeri hatırlatılmakta ve sonraki pişmanlığın fayda etmeyeceğine dikkat çekilmektedir.
   Hz.Ömer(bir gün) Resûlullah’a “Ey Allah’ın Elçisi!Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde “Kendinizi ve ailenizi,yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…”(10)buyuruyor.Kendi nefsimizi Cehennem ateşinden koruyalım,ama ya çoluk çocuğumuzu nasıl koruyabiliriz”deyince Sevgili Peygamberimiz,”Allah’ın size menettiği şeylerden onları mennerderseniz,size yapmanızı,yerine getirmenizi emrettiği şeyleri onlara emredersiniz.İşte onları korumak budur”buyurdular.Bu ayet-i Kerime ve bunun açıklaması,çocuklara karşı ebeveynin sorumluluğunu ve bu sorumluluğun sınırını açık olarak belirtmektedir.
   Hz.Nuh,Tufanda yaptığı gemiye “Dağa sığınırım,beni sudan kurtarır” diyerek binmeyen oğlunun,sular arasında boğulmasına üzülerek Allah Tealâ’ya”Ey Rabbim!Şüphesiz oğlum da ailemdendir.Senin vâdin ise elbette haktır.Sen hakimler hakimisin”şeklinde seslenmişti.Buna karşılık Cenab-ı Hak “Ey Nuh!O asla senin ailenden değildir.Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir.O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme!Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.”(11)buyurmuştur.(Bu ayetten anlaşılıyor ki,insanlar arasındaki yakınlığın asıl sebebi din birliğidir.Müminlerle kâfirler ırk bakımından birbirlerinin akrabası olsalar bile,bu akrabalığın Allah katında hiçbir değeri yoktur.)
   Evet,mallarımız ve çocuklarımız cidden bizim için birer imtihandır.Bunları hayra yönelttiğimiz,yerinde kullandığımız ve birer vasıta kabûl edip hakka çevirdiğimiz takdirde imtihanı kazanmış oluruz.Aksi davranış ise,bize kötü bir sonuç hazırlar.Unutulmamalıdır ki,hayattan amaç mal ve evlât değildir.Kıyamette bize çok malın,çok çocuğun var mıydı diye sormazlar.Malını nerede kazandın?Nereye harcadın?Çocuğuna ne öğrettin?Onu nasıl yetiştirdin diye sorarlar.
 
 
_______________________________
1-250 Hadis,sf:35
2-A’raf  Sûresi;ayet:32
3-Şuarâ Sûresi;ayet:88-89
4-Kehf Sûresi;ayet:46
5-Münâfikun Sûresi;ayet:9
6-Teğâbün Sûresi;ayet:15
7-Bakara Sûresi;ayet:254
8-Teğâbün Sûresi;ayet:17
9-Münâfikun Sûresi;ayet:10-11
10-Tahrim Sûresi;ayet:6
11-Hûd Sûresi;ayet:45-46
Devamını Oku

30.6.11

SEYAHAT ETMEK VE MİSAFİRPERVERLİK


SEYAHAT ETMEK VE MİSAFİRPERVERLİK
   İslâmiyet konukseverliği,yolcuya ikramda bulunmayı emreder.Bu hususa,Nisâ Sûresi’nin 36.ayetinde belirlenen önemli görevlerimiz arasında şöyle değinilmiştir:
   “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın.Ana-babaya,akrabaya,yetimlere,yoksullara,yakın komşuya,uzak komşuya,yakın arkadaşa,yolcuya,ellerinizin altında bulunanlara(köle,cariye,hizmetçi ve benzerlerine)iyi davranın;Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.”(1)Hazreti Peygamber de bu konuda mealen:
   “…Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse,misafirlerine ikram etsin…”(2)buyurmuşlardır.Yüce Rabbimizin ve sevgili Peygamberimizin bu emir ve tavsiyelerine uyan kimseler,konukseverliği kutsal bir görev bilir;misafiri âdeta İlâhî bir armağan sayarak onu”Tanrı misafiri”diye güleryüzle karşılar;elden geldiğince izzet ve ikramda bulunarak rahat ettirmeye çalışır.Halk arasında söylene gelen “Misafir kendi kısmeti ile gelir”sözü,misafirin konak yerine hayır ve bereket getirdiğine inanmanın ve ona yapılan hizmetleri azımsamanın gönül alıcı ifadeleridir.
   Gelen misafir bir akrabamız,arkadaşımız,komşumuz,tanıdık veya tanımadık herhangi bir kimse olabilir.Bunlardan başka bir de dış ülkelerden memleketimize gelen ziyaretçiler de vardır ki onlara da iyi davranmalı,elden geldiğince yardımcı olmalı,hiç olmazsa güleryüz göstermeli ve onlara bir malı gerçek değerinden fazlaya satmamalıyız.Unutulmamalıdır ki,gittiğimiz ülkelerde ya da yerlerde iyi karşılanmak bizim nasıl hoşumuza gidiyorsa,bize gelen misafirler de iyi karşılanmaktan hoşnut kalacaklardır.
   Konukseverlik ve iyilikseverlikte eşsiz örnek olan Ensar’ın ulaştığı İlâhî övgüyü burada hatırlatmak isteriz.Ayet-i Kerim’e meali şöyle:
   “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler,kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler.Kendileri zaruret  içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler.Kim nefsinin cimriliğinden korunursa,işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”(3)
   İslâmiyet,misafirlere iyi davranmayı emrettiği gibi,müminleri,gezip dolaşmaya,seyahat etmeye de çağırır.Mülk Sûresi’nin 15.inci ayetinde:
   “Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur.Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde)dolaşın ve Allah’ın rızkından yeyin.Dönüş ancak O’nadır”(4)buyrularak istifademize sunulan dünyada,gezip dolaşmamız,helâl rızık kazanma yollarını aramamız bildirilmiş,dünyevî nimet peşinde koşarken,uhrevî hayatımıza da hazırlanmamız gerektiği,zira ne yaparsak yapalım sonucun Allah’a dönüp,hesap vermek olduğuna dikkat çekilmiştir.
   “De ki:Yeryüzünde dolaşın,sonra (Peygamberleri)yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bakın!”(5),”De ki:Yeryüzünce gezin de,günahkârların âkibeti nice oldu görün!(6)meallerindeki ayetlerde ise,seyahat etmenin tarihten ibret almak için önemine işaret edilmiş,geçmiş milletleri sadece kültürleriyle,uygarlıklarıyla değerlendirmenin yeterli olmadığı,bunlarla birlikte,özellikle inançlarıyla,ahlâklarıyla ve yıkılış sebebiyle araştırarak bunlardan ders alınması gerektiği hatırlatılmıştır.
   Uzak yerleri gezip görmek geçmişten ders almak için olduğu kadar sağlık ve ticaret için de önemlidir.Bir hadis-i şerifte mealen:
   “Seyahat ediniz(böylelikle)sıhhat bulursunuz ve rızıklanırsınız.”(7)buyrulmuştur.
   Sözün özü:Seyahat etmek sağlık için,rızıklanmak için,tarihten ibret almak için,bilgi ve görgünün  artması için,uluslararası sanat,medeniyet ve kültür alışverişi için önemlidir.Gelen misafirlere elden geldikçe ikramda bulunmak,özellikle dış ülkelerden gelen konuklara karşı dinimizde,güzel örf ve adetlerimize uygun bir biçimde dürüst ve kibar davranmak hem millî hem de dinî bir görevdir.
   Sohbetimizi iki hadis-i şerif mealiyle noktalayalım:
“Misafire hürmet ve riâyet vacibdir.”(8),”Misâfir rızkıyla beraber gelir ve hâne sahibinin günahlarını afva  vesîle olarak gider.”(9)



____________________________________
1-Nisâ Sûresi;ayet:36
2-Tecrid-i sarih Terc.12/131
3-Haşr Sûresi;ayet:9
4-Mülk Sûresi;ayet:16
5-En’am Sûresi;ayet:11
6-Neml Sûresi;ayet:69
7-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri 500 Hadis sh:136
8-Kenzü’l-İrfan sh:96 (Buharî savm,54;İbn Mace,edeb,5
9-Kenzü’l-İrfan sh:97 (Münâvî Künuzu’l hakaık,sh:82
Devamını Oku

29.6.11

MELEKLERE İMAN


MELEKLERE İMAN
   İslâm’da iman esaslarından biri de meleklere inanmaktır.Meleklerin varlığını bütün peygamberler ve semavî kitaplar haber vermişlerdir.Melekleri inkâr eden,bütün peygamberleri ve kitapları inkâr etmiş olur.Bunu belirleyen ayet-i kerimelerden bazıları meal olarak şöyledir:
   “Peygamber,Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti,müminlerde(iman ettiler).Her biri Allah’a,meleklerine,kitaplarına,peygamberlerine iman
ettiler…”(1),”…Kim Allah’ı,meleklerini,kitaplarını,peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.”(2)
   Melekler,ruhanî ve nuranî varlıklardır.Bu nitelikleri onların görülmesine imkân vermez.Ancak bundan peygamberler müstesnadır.Melekler Allah’ın emirlerine karşı gelmezler ve emrolundukları şeyleri aynen yaparlar.(3)Meleklerin yemesi,içmesi,yatıp uyuması,erkekliği,dişiliği yoktur.Onlar yerde,gökte ve her yerde bulunurlar,değişik şekillere girebilirler.
   Meleklerden “İlliyyûn mukarrebun”diye anılan bir grup vardır ki,bunlar hakkında yüce Kitabımızda meal olarak:
   “…Andolsun iyilerin kitabı İlliyyûn’dadır.İlliyyûn nedir,bilir misin?(O illiyyûn’daki kitap)içinde ameller kaydedilmiş bir kitaptır.O kitabı,Allah’a yakın olanlar görür.”(4)buyrulmuştur.Bu melekler,daima Cenab-ı Hak’ka,şükrederek,hamdederek,O’nun yüceliğini ve eşsizliğini anarak ibâdet etmekle meşguldürler.
   “Müdebbirat”adıyla anılan bir diğer grup meleklere Kur’an-ı Kerim’de”And olsun işi yönetip yönlendirenlere(5)mealinde değinilmiştir.Bu melekler,maddî âlemin nizam,düzen, seyr ve gelişmesinde İlâhî iradenin yerine gelmesi için görevlidirler.
   Diğer bir grup melek ise,insanın psikolojik hali ve manevî gelişimi için görevlidir.Bu gruptaki meleklerin en büyüklerinden olan Cebrail aleyhisselâm,İlâhî vahyi peygamberlere bildirmekle görevlidir.Cebrail aleyhisselâm’a “Vahiy meleği”,”Ruhu’l-Kudüs”,”Ruhu’l-Emin”isimleri de verilmiştir.
   Bu gruptaki meleklerin bir diğer görevi de peygamberlere ve salih kişilere sıkıntılı ve üzüntülü anlarında kuvvet vermek ve onların maneviyatlarını yükseltmektir.Bedir ve Huneyn savaşlarında rahmet melekleri gönderilerek,müminlere moral,sabır ve güven sunulduğu,kâfirlerin de morallerinin bozulduğu Kur’an-ı Kerim’de bildirilmiştir.(6)
   Ayrıca bu meleklerin,Allah’ı gazaplandıran kötü ruhlu insanlara verilen ilâhî cezayı ifa etmek ve müminler için mağrifet dilemek gibi görevleri de vardır.Bu hususlara değinen bazı ayet-i kerimeler meal olarak şöyledir:
   “Ya melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak!”(7),”Arşı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar(melekler),Rablerini hamd ile tesbih ederler.O’na iman ederler.Müminlerin de bağışlanmasını isterler”Ey Rabbimiz!Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır.O halde tövbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla,onları Cehennem azabından koru!”derler.”(8)
   Meleklerden bir kısmının da özel görevleri vardır.Meselâ”Hafaza”adı verilen iki melek vardır ki,bunlar insanların iyi ve kötü bütün davranışlarını yazarlar.Bu gerçek yüce kitabımızda şu mealde bildirilmiştir:
   “Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler,değerli yazıcılar vardır,onlar,yapmakta olduklarınızı bilir.İyiler muhakkak Cennette,kötüler de Cehennemdedirler.”(9),”O,kullarının üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir.Size koruyucular gönderir…”(10)
   Özel görevleri olan melekler arasında “Münker ve Nekir”adı verilen melekler vardı ki,bunlar,insanlara öldükten sonra kabirde sual sormaya memurdurlar.
   Ayrıca Vahiy getirip peygamberlere tebliğ etmekle görevli Cebrail aleyhisselâmdan başka,insanların ecel vakitleri gelince ruhlarını almak için görevli Azrail aleyhisselâm,yeryüzündeki rüzgâr,yağmur,ekin ve benzeri olayların meydana gelmesi için görevlendirilen Mikâil aleyhisselâm,Kıyamet gününün kopmasına ve öldükten sonra bütün insanların tekrar dirilmesine memur edilen İsrafil aleyhisselâm gibi büyük melekler de vardır.
   Bunlardan başka,yüce Kitabımızda,Cennet ve Cehennemde görevli meleklerden de bahsedilmektedir.(11)
   Bu âlemde bizim bilmediğimiz daha nice melek ve daha nice yaratık vardır,Kur’an-ı Kerim ifadesiyle”Rabbinin ordularını,kendisinden başkası bilmez”(12)Gözle görmediğimiz bir şeyi inkâr etmek,hayatımızın özü olan ruhumuzu inkâr etmek gibi yersiz olur.Başta “Amentü billahi”ibaresinde ifadesini bulan iman esasları olmak üzere,yüce dinimizde inanılması gereken hususların hepsi bir bütünlük arz eder.Bu sebeple bunlardan bir kısmına inanıp bir kısmına inanmayan kimse,tamamına inanmamış olacağından İslâm dininden uzaklaşmış olur.


___________________________
1-Bakara Sûresi;ayet:285
2-Nisa Sûresi;ayet:136
3-Tahrim Sûresi;ayet:6
4-Mutaffifin Sûresi;ayet:18-21
5-Naziat Sûresi;ayet:5
6-Tövbe Sûresi;ayet:25-26
7-Muhammed Sûresi;ayet:27
8-Mümin Sûresi;ayet:7
9-İnfitar Sûresi;ayet:10-14
10-En’am Sûresi;ayet:61
11-Zümer Sûresi;ayet:73
12-Müddessir Sûresi;ayet:31


Devamını Oku