Cevat Sağlam



20.3.11

DİNİMİZİN ÇALIŞMAYA VE İŞTE İHTİSASLAŞMAYA VERDİĞİ ÖNEM



DİNİMİZİN ÇALIŞMAYA VE İŞTE İHTİSASLAŞMAYA VERDİĞİ ÖNEM
 Yüce dinimiz,çalışmaya ve işte ihtisaslaşmaya büyük önem verir.Zira,çalışan insan,kendisinin ve bakmakla yükümlü bulunduğu kimselerin geçimini sağlar;tembellik,hasetlik ve hilekârlık gibi kötü alışkanlıklardan uzak kalarak kendi kazandığını yemenin zevkini tadar.Çalışma azmi ve gayreti,kişinin iradesini güçlendirir;başkalarının emeğini takdir etmeyi öğretir.Helâl kazançla insan,saygınlığını ve kişiliğini koruyabileceği gibi,Allah rızası için iş yapmanın,toplumun ve uygarlığın ilerlemesine katkıda bulunmanın,dostluğa,arkadaşlığa,sevgiye,yardımlaşmaya önem vermenin mutluluğuna da erişir.Kur'an-ı Kerimde meâlen: "Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka birşey yoktur","Ve çalışması da ileride görülecektir"(1)buyrularak kişinin her türlü mutluluğunun çalışmasına bağlı olduğu belirtilmiştir. "Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak)ahiret yurdunu iste;ama dünyadan da nasibini unutma.Allah'ın sana ihsan ettiği gibi,sen de(insanlara)iyilik et.Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama.Şüphesiz ki Allah,bozguncuları sevmez"(2)meâlindeki ayet-i Kerimede de:hem dünya hemde ahiret hayatımız için çalışmamız,elde ettiğimiz kazançlarla başkalarına iyilik yapmamız,sahip olduğumuz nimetleri kötü yollarda kullanmamamız emredilmiştir. Çalışmak ve helâlinden kazanmakla ilgili hadislerden bazıları meâl olarak şöyledir: "Helal kazanç için çalışmak,her müslüman üzerine vaciptir"(3),"Amellerin en üstünü,helâl kazanç sağlamak için çalışmaktır"(4),"Hiçbir kimse kendi elinin emeğinden daha hayırlı bir gıda yememiştir."(5) Resul-i Ekrem (S.A.V.)bir gün ashabıyla otururlarken,bir gencin erkenden işine gittiğini görmüşlerdi.Bu gencin mesaisi Allah yolunda olsa ne iyi olurdu,diyenler olmuş.Bunun üzerine Resul-i Ekrem(S.A.V.)"Öyle söylemeyiniz.Eğer bu genç,kendi geçimini sağlamak,halka muhtaç olmamak için çalışıyorsa,onun bu çalışması yine Allah yolundadır.Ancak,servet kazanıp ta başkalarına kurulmak için uğraşıyorsa,onun bu çalışması şeytan yolundadır"(6)buyurmuşlardır. Dinimiz,mü'minleri çalışmaya çağırdığı gibi,hilesiz çalışmaya da çağırır.Bir hadis-i Şerifte meâlen: "Kişi çalışmakta kusur ederse,Allah onu kaygı ve tasaya düşürür"(7)buyrularak işe hile karıştırmanın ve işyerindeki malzemelere zarar vermenin getireceği felâket bildirilmiştir.Buna karşılık işverenlerin işçilere karşı sorumluluklarını da Allah Elçisi şöyle hatırlatmıştır: "İşçinin alın teri kurumadan ücretini veriniz."(8),"İşçilere tahammül edemiyecekleri işleri vermeyiniz.İşçinin ücretinden kesmeyiniz.Kim onun hakkına tecavüz ederse Kıyamet gününde tecavüz edenin düşmanı benim"(9) Ziraat,ticaret ve sanayî gibi bir iş alanında çalışmaktan gaye,kazanç sağlamak ve üretimi arttırmaktır.Ancak plân ve proğrama,sanat ve tekniğe dayanmayan çalışmalar,arzu edilen hedefe ulaştırmayacağı gibi,aksine zaman,enerji ve insan gücünün boşa harcanmasına ve iktisadî hayatın gerilemesine sebep olur.Bunun için Yüce dinimiz,işte ihtisaslaşmaya büyük önem verir;ekonomik hayatın gelişmesinde önemli yeri bulunan sanat ve tekniği teşvik eder.Nitekim Allah Elçisi'nin:
 
"Allah Tealâ sizden birinin çalıştığında,işini iyi ve sağlam yapmasını sever"(10),"Allah,ilim ve sanat sahibi,kötülüklerden sakınan kuralları sever"(11)meallerindeki hadisleri bu gerçeğin delillerindendir.
 Gün geçtikçe hızla gelişen sanat ve tekniğe ayak uydurmadıkça,ne istikrarlı bir ekonomiye sahip olmak ne de müreffeh bir hayata ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak mümkün olur.Eskiden milletlerin birbirlerine karşı üstünlük sağlamak yaptıkları savaşların şekli artık değişmiş ve çağımızda bu,sanayî ve teknoloji alanında kıyasıya verilen bir mücadele halini almıştır.Bugün ağır sanayide,özellikle atom ve uzay endüstrisinde ileri gitmiş devletler,sanayî ve teknolojide henüz kalkınmamış ülkeleri,psikolojik bir baskı altına almakta,onları ekonomik ve siyasî alanda,kendi menfaatleri doğrultusunda yönlendirebilmektedirler.
 Bir sahabî,Yüce Peygamberimize"Siz onlara yani düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın..."(12)ayet-i Celilesini işaretle:
 "Ey Allah'ın Resulû!Allah Tealâ düşmanlara karşı kuvvet hazırlamamızı emretmiştir.Bu kuvvetten maksat nedir?Bize anlatın da ona göre hazırlanalım"dediğinde,Sevgili Peygamberimiz,"İyi biliniz ki kuvvet atmaktır,kuvvet atmaktır,kuvvet atmaktır"(13)buyurmuşlardır.
 Tabancalar,tüfekler,toplar,bombalar,torpidolar,nükleer,biyolojik ve kimyasal silahlar ve benzerleri bugün hadis-i Şerifte ifade edildiği gibi atmak ve atılmak suretiyle düşmanı yenmek için geliştirilen değişik güçte silahlardır.Bütün bunları yapabilmek için sanayî ve teknolojide üstün bir düzeye ulaşmak,güçlü bir ekonomiye sahip olmak gerekir.Bu sebeple çok çalışmak ve kazancımızı değerlendirmek durumundayız.Böyle yapmalıyız ki,dinimizi,vatanımızı,şeref ve haysiyetimizi koruyabilelim.


_____________________________________
1-Necm Sûresi;ayet:39-40
2-Kassas Sûresi;ayet:77
3-Feyzü'l-Kadir,4/270
4-Feyzü'l-Kadir,2/26
5-Riyazü's-Salihin Terc.1/569
6-Et-Terğib ve'terhib 2/524
7-Yeni Hutbelerim A.H.Akseki 1/348-349
8-Kırk Hadis sf:2,Hadis No:33
9-S.Buharî Muhtasarı 10/431-434,Askalanî,Tirmizî...
10-El-Camiu'ssağir şerhi Feyzü'l-kadir,2/287
11-El-Fethu'l-kebir,1/354
12-Enfal Sûresi;ayet:60
13-Sahihi Müslim,3/1522




Devamını Oku

ÇOCUKLARIMIZA MADDETEN VE MANEN GÜÇLÜ OLMANIN ÖNEMİNİ VE YOLLARINI ÖĞRETMELİYİZ


ÇOCUKLARIMIZA MADDETEN VE MANEN GÜÇLÜ OLMANIN ÖNEMİNİ VE YOLLARINI ÖĞRETMELİYİZ
  Önemli görevlerimizden biri de çocuklarımızı çağın eğitim düzeyinde müsbet ilimlerle yetiştirmek,onlara millî ve manevî değerlerimizi öğretmek ve sevdirmektir.Çağımızın hızla gelişen teknoloji dünyası,artık müsbet ilimler alanında verilen eğitimi,geçmişte olduğu gibi bir avuç insana ait bir lüks olmaktan çıkarmış,toplumun bütün fertleri için bir ihtiyaç haline gelmiştir.Bu gün endüstride,tarımda,askerî ve idarî alanlarda başarı sağlamak için mutlaka çağın eğitim düzeyini yakalamak ve toplum olarak bu eğitim imkânından azamî şekilde yararlanmak gerekir. Bir zamanlar İslâm âleminin ve günümüzde de batının sahip olduğu güç ve zenginlik hep müsbet ilimler alanındaki çalışmalarla açıklanabilir.
 Dün  matematik,kimya,mantık,jeoloji,fizik,mimarlık,astronomi,tıp ve coğrafya gibi müsbet ilimlerle dünyaya öncülük yaptığımızı dost ve düşman herkes bilir. Sevgili Peygamberimiz:"İki günü eşit olan kimse aldanmıştır,ziyandadır"(1)meâlindeki hadisleriyle bizlere değil gerilemek,yerinde saymayı bile yasaklamıştır.Yüce Rabbimiz'in Sevgili Peygamberimiz'e ilk vahyi"Oku"diye başlar.Ancak "Oku"kelimesi Allah'ın adıyla birleştirilip "Rabbinin adıyla"Oku"buyrularak öğrenilecek ilmin ve yapılacak her işin Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğuna dayanması gerektiği bildirilmiştir. Deneye dayanan müsbet ilimlerle metafizik alanına giren dinî bilgilerin konuları aynıdır.Ancak Allah'ın hoşnutluğunu hedef almayan bir teknolojinin masum insanların başına zaman zaman getirdiği felaketlerden de anlaşılacağı gibi,sadece müsbet ilimlerle uğraşarak bu alanda başarılı olmak insanlığın huzur ve mutluluğu için yeterli değildir.Kişide başta Allah inancı ve din duygusu olmalıdır.Allah'a inanan ve niçin bu dünyada olduğunun bilincinde olan insan,bilgisini ortada haklı bir sebep olmadan,başkalarının zararına kullanmaktan sakınır.
  Kişilerin müsbet ve dinî ilimler konusunda  olduğu gibi,millî menfaatler konusunda da hassas,bilgili ve duyarlı olmaları gerekir.Zira,ilim öğrenmekten asıl gaye,sadece ferdin değil,toplumun refaha kavuşması ve güçlenmesi olmalıdır.Bunun için bilim adamının kendini tamamen topluma adaması şarttır.Yoksa vatan,millet ve bayrak gibi yüce değerlerden haberi olmayan bir kimsenin ilminden ve buluşlarından,kendine de mensubu olduğu topluma da fayda gelmez.
Sahip oldukları üstün teknoloji,silah ve askerî güce güvenerek bizi tarih sahnesinden silmek için Çanakkale'de üzerimize saldıran düşmanları iman gücü ve vatan sevgisiyle yendik.Savaşta emperyalistleri mağlüp etmek ve onlara haddini bildirmek şüphesiz çok gurur verici ve övünülecek bir iştir.Ancak ondan daha iyisi,"Hazır ol cenge,eğer sulh-u salah ister isen"ilkesinden hareketle her zaman çağdaş teknolojiye,silaha ve yetişmiş insan gücüne sahip olup düşmanların cesaretini kırarak,saldırmalarına fırsat  vermemektir.
   Ülkemizin ve toplumumuzun huzur ve güvenliği için dün maddî ve manevî güç ne kadar önemli idiyse,bu gün de öyledir ve yarın da öyle olacaktır.O halde ecdat yadigârı güzel vatanımızı kendilerine emanet edeceğimiz çocuklarımızı ve gençlerimizi çağın ilim,teknik ve ekonomik  gücünü göz önünde bulundurarak eğitmeli,onlara manen ve maddeten güçlü olmanın önemini ve yollarını öğretmeliyiz.Unutulmamalıdır ki,dünya ve ahiret mutluluğunun yolu ilimden geçer.Kur'an-ı Kerim'de meâlen:
"(Ey Muhammed!)De ki:Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"(2),"Sakın cahillerden olma!"(3)buyrulmuştur.Bilenlerle bilmeyenlerin  bir olması şüphesiz mümkün değildir.Zira,hiçbir kimse yoktur ki,cehaletle dünyada da ahirette de huzur ve güven içinde olsun.
   Yazımızı bir hadis-i Şerif meâliyle sona erdirelim:
"Dünyayı isteyen ilme sarılsın,ahireti isteyen ilme sarılsın,hem dünyayı hem ahireti isteyen ilme sarılsın."(4)
   Her yerde ilim meşalemiz;Allah,Peygamber,vatan ve millet sevgisi şiarımız olsun!

____________________________________
1-El-Makasıdü'l-Hasene:402
2-Zümer Sûresi;ayet:9
3-En'am Sûresi;ayet:35
4-Akseki A.H.  ,İslâm sh:37,2.baskı


Devamını Oku

EMANET


EMANET
  Şahsımıza tevdi edilen maddî ve manevî bütün emanetlere riayet etmek ve onları korumak başta gelen görevlerimizdendir.Emanet duygusunun hâkim olduğu yerlerde insanlar,huzur ve güven içinde yaşarlar.Emanetlerin korunmadığı  yerlerde güven olmadığı gibi düşmanlıklar çoğalır,kimse kimseye inanmaz ve herkes geleceğinden endişe duyar.
  Birine emanet edilen paranın ya da malın geri alınmaması,manuslu insanlara leke sürülmesi,gizli kalması gereken bir sırrın ifşa edilmesi gibi olaylar ne kadar acıdır,Ya güvenilip kendisine can emanet edilen doktorun,vekâlet verilen avukatın,kendisinden alış veriş yapılan tacirin bu güveni istismar etmesi ve sarsması bunlardan az mı vahim sonuçlardır!
   Evet,emanete riayetin toplumun huzur,düzen ve güveninde büyük etkisi vardır.Ancak bu,herkesin üstesinden gelebileceği kolay bir iş değildir.Bu gerçeği belirleyen bir ayet-i Kerime meâl olarak şöyledir:
   "Biz emaneti göklere,yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler,(sorumluluğundan)korktular.Onu insan yüklendi.Doğrusu o çok zalim,çok cahildir."(1)
  Ayet-i Kerime'de zikredilen(insana yüklenen emanet,işlenmesinde sevap,terkinde azap olan ibâdet ve davranışlarla,akıl ve düşünce kabiliyetidir.Kulluk ve akıl emanetine riayet edilmezse,zulüm ve bilgisizliğe sapılmış olur.Bu emaneti vermekle Allah,insanı teklifleriyle sorumlu tutmuş ve böylece onu imtihan etmiştir.)
 Mü'min Sûresinde emanete riayet etmenin kurtuluşa ermiş kimselerin vasıflarından olduğu belirtilmiş(2),bir hadis-i Şerifte emanete riayet etmemek,münafıklık alâmetlerinden sayılmıştır.(3)
  Kişi Allah'ın emrine ve Sevgili Peygamberimizin sünnetine uyduğu derecede ilâhî emaneti yerine getirmiş olur.İlâhî emirlere karşı gelen kimse,Allah'a ve O'nun Peygamberine hıyanet suçu işlemiş olur.
 Aralarındaki eski dostluktan dolayı Medine Yahudilerini korur mahiyette davranan sahabî Ebu Lübâbe(R.A.),çok geçmeden yanlış bir yolda olduğunu,bu yüzden Allah'a ve Peygamberine hıyanette bulunduğunu farkederek kendisini mescidin direğine bağlamış,ölünceye ya da Allah tarafından affedilinceye kadar yeyip içmeyeceğine dair yemin etmişti...Bu hususta indirilen bir ayet-i Celile'de meâl olarak şöyle buyrulmuştur:
   "Ey iman edenler!Allah ve Peygamber'e hainlik etmeyin;(sonra)bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz."(4)Bunu takip eden ayet-i Kerime'de:
 "Biliniz ki,mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır."(5)buyrulmuştur.
  Bu ayet-i Kerimeleri bazı müfessirler şöyle yorumlamışlardır:Şahsınıza tevdi edilmiş olan ilâhî hükümlere ve Resulullah'ın sünnetine riayetsizlik edip de şükür,vefa ve doğruluktan ayrılmayın;dinde dikkatsizlik etmeyin.İçiniz dışınız bir olmamak,ganimetten mal kaçırmak ya da sırları yaymak gibi sebeplerle ahlâkınızı lekelemeyin.Bir kerre Allah ve Resulüne hainlik etmeye başladınız mı artık kendi aranızda mal,can,ırz,namus,sır,devletin emirleri millet ve vatan menfaatleri gibi her türlü emanetlerinize hainlik edersiniz.Böyle bir davranış ise birbirinize olan güveninizin ortadan kalkmasına,fitne ve fesadın yayılmasına sebep olur.Gerçi mü'min mü'min olması dolayısıyla hainlik etmez ve yalan söylemez.Olsa olsa o geçim,mal ve evlat endişesi gibi sebeplerle bazen böyle bir hataya düşebilir.Size imtihan için verilmiş olan ne mala ne evlada ya da başka bir şeye aşırı tutkunluğunuz sizi hainlik tehlikesine düşürüp emanete riayetin büyük ecrinde mahrum bırakmasın.
   İslâm'i hükümleri tahrife çalışmak,hafife almak;bid'at ve hurafeleri halkın arasına yaymak,sağlığı bozacak davranışlara girmek,iş ortağına hile yapmak,akıl danışana doğruyu söylememek,her ne suretle olursa olsun toplumun huzurunu bozmak ve güvenini sarsmak gibi hususlar da dinimizde hainlik olarak kabul edilmiştir.
  Buharînin rivayet ettiği bir hadis-i Şerif meâliyle yazımızı noktalayalım:
 "(Peygamber(S.A.V.)Emanet ortadan kalktı mı Kıyamet'i bekle!"buyurdu.Ebu Hureyye(R.A.):"Ey Allah'ın Resulü,emanet nasıl ortadan kalkar?"dedi.Hz.Peygamber(S.A.V.):"Devlet ve hükümet idaresi ehil olmayanlara verildi mi,Kıyamet'i bekle!"buyurdu."(6)


___________________________________
1-Ahzâb Sûresi;ayet:72
2-Mü'minun Sûresi;ayet:8
3-Riyazü's-Salihin Tercemesi,1/242
4-Enfâl Sûresi;ayet:27
5-Enfâl Sûresi;ayet:28,Elmalılı Tefsiri  4/2390
6-Tac Tercemesi,5/388


Devamını Oku

DÜŞMANLIK BESLEMENİN,KUSUR ARAŞTIRMANIN VE KÖTÜ ZANDA BULUNMANIN ZARARLARI


DÜŞMANLIK BESLEMENİN,KUSUR ARAŞTIRMANIN VE KÖTÜ ZANDA BULUNMANIN ZARARLARI
  İslâm dini,inananlara kardeşçe yaşamalarını emretmiş,buna engel olacak duygu,düşünce ve davranışları yasaklamıştır.Zira,başkalarına karşı kalbinde düşmanca duygular besleyen insan,hasım kabul ettiği kimselerin maddî veya manevî hiç bir alanda ilerlemelerini istemez.Bu duygular,kişiyi öfkeye,isabetsiz karar vermeye,intikama,can yakmaya ve kan dökmeye yöneltir.Bunun içindir ki dinimiz,
   "Mü'minler ancak kardeştirler.Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz"(1)İlâhî buyruğuyla kişisel çıkarlardan ve gayelerden uzak,yalnız Allah sevgisine ve O'nun hoşnutluğuna dayanan İslâm kardeşliğini getirmiş,bu kardeşliğin korunmasını ve devam ettirilmesini istemiştir.Başka bir ayet-i Kerimede de meâlen:
   "İyilikle kötülük bir olmaz.Sen(kötülüğü)en güzel bir şekilde önle.O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse,sanki candan bir dost olur"(2)buyrularak kötülüklere karşı kötülükle değil,iyilikle karşılık verildiği takdirde ancak düşmanlıkların ortadan kalkabileceği belirtilmiştir.Bu konuda bir hadis-i Şerifte de meâlen:
 "Buğz ettiğin kimseye,buğzda ileri gitme,ihtiyatlı ol,bir gün olur da O senin dostun olabilir"(3)buyrularak kırgınlık ve dargınlık hallerinde aşırılıktan sakınılması gerektiği vurgulanmıştır.
  Gerçek bir Mü'min,nefsinin arzularına uyarak olur olmaz bahanelerle başkalarına karşı hasmâne tavır takınmayacağı gibi,şüphe,zan ve vehme kapılarak kimsenin eksikliklerini,gizli hallerini araştırmaya da heveslenmez.Zirâ zan,ihtimâl üzere bir hüküm olduğundan bir kısmı gerçeğe hiç isabet etmez.Etmeyince bu doğrudan iftira olur.Kaldı ki,bizim görevimiz başkalarının ayıplarını ve kusurlarını araştırmak değil,kesin bir delil olmadığı sürece herkes hakkında hüsn-i Zanda bulunmaktır.Yüce Mevlâ'mız,Hucurat Sûresinin 12.Ayetinde meâlen şöyle buyuruyor:
   "Ey iman edenler!Zannın çoğundan kaçının.Çünkü zanın bir kısmı günahtır.Birbirinizin kusurunu araştırmayın.Biriniz diğerinizi  arkasından çekiştirmesin.Biriniz,ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?İşte bundan tiksindiniz.O halde Allah'tan korkun.Şüphesiz Allah,Tevbeyi çok kabul edendir,çok esirgeyendir."(4)
   Kusur ve ayıp araştırmanın yalnız ahirette kalmayıp kişiyi dünyada da ayıplanacak bir duruma düşüreceği bir hadis-i Şerifte meâl olarak şöyle belirtilmiştir:
 "...Müslümanlara eziyet etmeyin,onları ayıplamayın,onların kusurlarını araştırmayın!Zirâ,kim müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa,Allah da O'nun ayıbını araştırır.Kimin ayıbını Allah araştırırsa,O'nu evinin ortasında bile rezil eder."(5)
  Birbirine karşı düşmanlık gütmek,kötü zan beslemek,birbirinin eksikliklerini,ayıplarını ve gizli hallerini araştırmak kadar birbiriyle alay etmek ve birbirini kötü lakaplarla çağırmak da fitne ve fesatlara yol açacak davranışlardır.Bu kötü huylardan sakınılmasını bildiren bazı ayet-i Celileler meâl olarak şöyledir:
  "Ey mü'minler!Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın.Belki de onlar,kendilerinden daha iyidirler.Kadınlar da kadınları alaya almasınlar.Belki onlar kendilerinden daha iyidirler.Kendi kendinizi ayıplamayın,birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir!Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir"(6),"Arkadan çekiştirmeyi,yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline!"(7)Resul-i Ekrem de bu konuda:
 "Mü'minin mü'min kardeşi üzerindeki haklarından birisi de onu en sevdiği ismiyle çağırmasıdır"(8),"Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine hakâret etmesi kâfidir"(9)meâlindeki hadisleriyle müslümanları uyarmıştır.
   Buraya kadar sunduğum ayet-i Kerime ve hadis-i Şeriflerden de anlaşılacağı gibi dinimiz,İslâm kardeşliğine büyük önem vermekte,bunu zedeleyecek duygu,düşünce ve davranışlardan bizleri sakındırmaktadır.İşte dünya ve ahiret mutluluğumuzu hedef alan bu ilâhî emirlere uyar,kardeşçe geçinirsek,dünyamız da ahiretimiz de huzurlu ve güvenli olur.Bunlara kulak tıkayıp,birbirimizle alay ederek,birbirimizi kötü lakaplarla çağırarak,birbirimizin eksikliklerini,ayıplarını ve gizli hallerini araştırarak aramızdaki kardeşlik bağlarını zayıflatır,birlik ve beraberliği yok edersek,hiç bir yerde rahatlık yüzü göremeyiz.

__________________________
1-Hucurat Sûresi;ayet:10
2-Fussilet Sûresi;ayet:34
3-250 Hadis,sf:9
4-Hucurat Sûresi;ayet:12
5-Tac Tercemesi,5/63
6-Hucurat Sûresi;ayet:11
7-Hümeze Sûresi;ayet:1
8-Elmalı Tefsiri;6/4470,Keşşaf
9-Riyazü's-Salihîn Tercemesi,3/156





Devamını Oku

HAK VE ADALET


HAK VE ADALET
  Her müslüman,başkalarına âdil davranmakla,herkesin hak ve hukukuna riayet etmekle yükümlüdür.Zira yüce dinimiz,yaşama,mal-mülk edinme,fikir ve vicdan hürriyeti gibi temel insan haklarına saldırıda bulunmayı yasaklamış;hakkı çiğnemeyi,adalette doğruluktan ve ölçüden uzaklaşmayı zulüm saymıştır.Zulmün sürükleyeceği felâket ise,
   "Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenir şefaatçısı vardır"(1)meâlindeki ilâhî buyruğunda belirlenmiştir.Zulüm ve haksızlığı konu alan hadis-i Şeriflerden bazıları da meâl olarak şöyledir:
 " Haksızlık etmekten sakınınız;zira haksızlık Kıyamet gününde zulmettir"(2),"Mazlumun bedduasından sakın.Çünkü onun duası ile Allah arasında perde yoktur"(3),"Haklar Kıyamet gününde sahiplerine iâde edilecektir..."(4),"Bir kimse haksız olarak başkasının bir karış yerine saldırırsa,o yerin yedi katı o kimsenin boynuna geçirilir."(5)
  Adalet toplumun hayatı,fert ve ailenin güven kaynağıdır.Adaletsizlik,hakkın yerini bulmasına mani olduğundan kimin hatırı için,hangi şey karşılığında ve ne sebeple olursa olsun bundan sakınılmalıdır.Nitekim Nisa Sûresinin 58.inci ayetinde,emânetleri ehli olanlara vermeniz ve insanlar arasında hükmettiğimiz zaman adaletle hükmetmemiz emredilmiş,bu konuda aynı Sûre'nin 135.inci ayetinde de meâlen şöyle buyrulmuştur:
   "Ey iman edenler!Adaleti titizlikle ayakta tutan kendiniz,ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun.(Haklarında şahitlik ettikleriniz)zengin olsunlar,fakir olsunlar Allah onlara (sizden)daha yakındır.Hislerinize uyup adaletten sapmayın,(şahitliği)eğer,büker(doğru şahitlik etmez),yahut şâhitlik etmekten kaçınırsanız(biliniz ki)Allah yaptıklarınızdan haberdardır."(6)Bu ayet-i Kerimede geçen büker sözcüğünden maksat,yargılamayı haksızlıkla sonuçlandıracak davranış içerisine girmektir.Böyle bir hareketin acı sonucunu Resul-i Ekrem(S.A.V.),bir hadislerinde meâlen şöyle açıklamışlardır:
 "Ben ancak bir beşerim.Siz ise yargılanmak için bana geliyorsunuz.Biriniz hüccet(delil)getirmekte diğerinden usta olabilir.Ben ise işittiğim söze göre hüküm veririm.Şu halde bir kimseye mü'min kardeşinin hakkını alıp verirsem,ona Cehennem'den bir parça ayırıyorum demektir."(7)
  Yüce Rabbimiz,müslümanlara kendi aralarında adaletli davranmalarını bildirdiği gibi,başka milletlerle olan ilişkilerinde de adaletten ayrılmamalarını ve düşmanlarına bile âdil davranmalarını emretmektedir.Şöyle ki:
  "Ey iman edenler!Allah için hakkı ayakta tutun,adaletle şahitlik eden kimseler olun.Bir topluluğa duyduğunuz kin,sizi âdil davranmamaya itmesin.Adaletli olun;bu,Allah korkusuna daha çok yakışan(bir davranış)tır.Allah'a isyandan sakının.Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir."(8)
  Hz.Ebubekir,sefere çıkmak üzere bulunan Üsame(R.A.)'ın komutasındaki İslâm ordusuna şu talimatı veriyor:
 "Siz,cephedeki düşmanla çarpışacaksınız.Evvela İslâm'a çağırın,kabul etmedikleri takdirde savaşırsınız.Fakat onlar savaşa başlamadan siz başlamayın.Giderken yolda kiliselere çekilmiş papazlar,savaş dışında kalan halk,ihtiyar,kadın ve çocuklara rastlayacaksınız.Sakın bunlara dokunmayın."(9)
 Adalet toplumda huzuru sağladığı gibi devleti de ayakta tutar,yüceltir ve şerefli kılar.Bu gerçek halk arasında"Adalet mülkün temelidir","Zulümle payidar olmuş hiçbir millet yoktur"şeklinde sık sık tekrarlanmaktadır.Tarih,hak-hukuk tanımazlığı ve adaletsizliği yüzünden mahvolmuş milletlerin örnekleriyle doludur.
  Sevgili Peygamberimiz,dost düşman gözetmeden,hatır gönül tanımadan Kur'an'ın emrettiği adaleti uygulamakta da müslümanlara örnek olmuştur.
   Mekke'nin fethi esnasında,bir kadın hırsızlık etmiş,ona ceza hükümlerinin uygulanmamasını isteyen bazı kimseler,bu işe Resulullah'ın çok sevdiği Hz.Üsame'yi vasıta yapmışlardı.Buna çok üzülen Sevgili Peygamberimiz:"Üsame sen Allah'ın kanunlarını değiştirmek mi istiyorsun?"demiş,sonra topluma dönerek"Eski milletler bu yüzden helâk olmuşlardı.Onlar,içlerinden zenginlere ve sözü geçenlere yumuşaklık gösterirler,onlara karşı ceza hükümlerini uygulamazlar,fakirleri ezerlerdi.Allah'a yemin ederim ki,Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık edecek olursa,Onun hakkında da hırsızlığın cezası uygulanır"(10)buyurmuşlardı.
  Hayatları zulüm ve haksızlık yapmakla geçen insanların kötü akibetleri bir hadis-i Şerifte meal olarak şöyle belirlenmiştir:
 "Bir kimse kardeşinin haysiyetine,yahut malına haksız olarak taarruz etmiş ise altın,gümüş bulunmayan günden yani Kıyamet'ten önce onunla helâlleşsin.Aksi takdirde yaptığı zulüm oranında onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir.İyiliği yoksa,hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yükletilir."(11)Bu bağlamda bir Hadis-i Şerifte de meâlen:
 "Bir kimse,yemin ederek bir müslümanın hakkını gasp ederse,Allah O kimseye Cehennemi vacip kılar ve Cenneti haram eder"buyrulmuştur.Bunun üzerine bir adam "Eğer o hak,değersiz bir şey ise?"deyince,Hz.Peygamber"İsterse misvak ağacından bir dal parçası olsun"(12)buyurmuşlardır.Sevgili Peygamberimiz:
 "Allah Teâla Hazretleri bir milleti,onların kuvvetli olanlarından zayıf olanların hakları alınmadıkça,nasıl takdis buyurur"(13)meâlindeki bir hadisleriyle adaleti sağlamak ve zayıfı ezdirmemekle başta idareciler,zenginler ve sözü geçenler olmak üzere toplumun bütün bireylerinin yükümlü olduğunu ve bu görevin yerine getirilmesiyle Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğuna erişebileceklerini bildirmişlerdir.
  Dinimizin bu emirleri doğrultusunda müslim-gayri müslim;yakın-uzak;zengin-fakir ayırımı yapmadan herkese adil davranmaya ve kimseye haksızlık etmemeye gayret etmeliyiz.Şayet,üzerimize hakkı geçenler varsa,haklarını verip onlarla helâlleşmeliyiz.
 Cenab-ı Hak,cümlemizi hak ve adaletten ayrılmayan kullarından eylesin.

_______________________________________________
1-Mü'min Sûresi;ayet:18
2-Riyazü's-Salihin,1/252
3-Riyazü's-Salihin,1/256
4-Riyazü's-Salihin,1/253
5-Riyazü's-Salihin,1/255
6-Nisa Sûresi;ayet:135
7-Riyazü's-Salihin Tercemesi,1/267
8-Maide Sûresi;ayet:8
9-Taberî Tarihi,2/463
10-Tecrid-i Sarih Terc.9/384
11-Riyazü's-Salihin Terc.1/258
12-Riyazü's-Salihin Terc.1/262
13-Ö.Nasuhî Bilmen,Hikmet Gonceleri,500 Hadis,sh:191




Devamını Oku

HASEDİN TANIMI VE ZARARLARI


HASEDİN TANIMI VE ZARARLARI
  Toplumu felâkete sürükleyen kötü alışkanlıklardan biri de
hasettir.Haset,başkasının malını,ilmini,başarısını,makamını,güzel buluşlarını,faziletini ve bunlara benzer sahip olduğu nimetleri kıskanmak,bu nimetlerin o kimsede arzu etmektir.
  Şeytanın fitnesi ve nefsin körüklemesi ile şahlanan kıskançlık duyguları,kişiyi hem Cenab-ı Hak katında hem de insanlar nezdinde alçaltacak düşünce ve davranışlara yönelterek,onun imanını,amelini,hayır ve hasenatını yok eder.Nitekim bir hadis-i Şerifte iman ile hasedin bir kulun içinde birleşmeyeceği bildirilmiş,(1)başka bir hadiste de ateşin,odunu yahut otu yakıp yediği gibi,hasedin de iyi amelleri yeyip tükettiği haber verilmiştir.(2)
   Haset,bireyde olduğu gibi toplumun bünyesini de sarsmakta ve çökertmektedir.Zira,birbirini çekemeyen,sevmeyen ve birbirinin ayağını kaydırmak için akla gelmedik hilelere başvuran kişilerden oluşan bir toplumun huzur ve güven içinde olması mümkün değildir.
 Hasedlik duygusuna kapılan insan,kimsenin ilerlemesine,yükselmesine ve kendisinden daha üstün olmasına tahammül edemez;böylelerine karşı kin ve nefret besler.
  Oysa gerçek iman,başkalarını da kendin kadar düşünmeyi ve sevmeyi gerektirir.Müslümana düşen görev,onu bunu kıskanmak değil,meşru yollarda çalışıp başarıya ulaşan kimseye gıbta ederek çalışmalarında onu örnek almaktır.
 Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde meâlen:
 "Mü'min olan gıbta eder;münafık olan kimse de hased eder"buyurmuşlardır.
  Dinimizde meşru yolda çalışıp ilerlemek ve yükselmek yasaklanmış aksine teşvik edilmiştir.Bir ayet-i Kerimede meâl olarak,"İyi şeyler için yarışanlar,bunun için yarışsınlar"(3)buyrulmuştur.
  Kıskanç insan,el emeğine,mirasa saygılı olmadığı gibi,Allahu Tealâ'nın ihsanını ve ikramını kendisinden başkasına lâyık görmediğinden İlâhî tekdire de karşı gelmektedir.Böyleleri için Yüce Kitabımızda meâlen:
  "Yoksa onlar,Allah'ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara hased mi ediyorlar"(4)buyrulmuştur.
Bu konuda ki hadis-i Şeriflerden bazıları da meâl olarak şöyledir:
 " İnsanlar,hasedlik yapmadıkça hayır üzeredirler"(5),"Bir koyun ağılına giren iki aç kurdun onlara zararı,haset ve mala düşkünlüğün,müslümanın dinine verdiği zarardan daha çok değildir"(6),"Size geçmiş ümmetlerin iki(manevî)hastalığı sirâyet etmiştir:Hased ve kin.Bunların her biri kazıyan (bir ustura)dır.Kılları kazır ve traş eder,demek istemiyorum.Dinin kökünü kazır,demek istiyorum..."(7),"Zandan sakının,çünkü zan,sözün en yalan olanıdır.Gizli bir konuşmayı da dinlemeyin,insanların ayıplarını araştırmayın.Dünya hususunda da birbirinizle buğz(düşmanlık)etmeyin:,birbirinize yüz çevirmeyi(gerektiren iş yapmayın);Ey Allah'ın kulları,(sevgi ve yardımlaşmada)kardeş gibi olun!"(8)
  Şüphesiz insan melek değildir.Kalbinde hasetlik duygusu belirebilir.Aslında bu duygu insanın tabiatında vardır.Mühim olan onun etkisinde kalmamak,hoşa giden herhangi bir şeyin,sahibinin elinden çalınmasını istememek ve bunun için gayret etmemektir.Kıskançlık hissine kapılanlar,hemen kendilerine gelip,bu kötü duygunun tesirinde bırakmaması için Cenab-ı Hakk'a niyazda bulunmalıdırlar.
   Konumuzu bir hadis-i Şerif meâliyle tamamlayalım:
 "Üç şey vardır ki,müslümanlar bunlardan sâlim olmamıştır:Haset,kötü zanda bulunmak ve uğursuz saymak.Dikkat ediniz,bunlardan kurtulmanın yolunu size haber vereyim:Kötü zanda bulunduğun vakit,tahkikına (soruşturmaya)kalkışma.Hased eder insan,onunla amel etme.Uğursuzluk hissi geldi mi,niyet ve kastına devâm et."(9)



___________________________________________
1-Seçme Hadisler;2/36,Nesâi 2/55
2-Tac Tercemesi,5/62
3-Mutaffifin Sûresi;ayet:25
4-Nisa Sûresi;ayet:54
5-Seçme Hadisler,2/43
6-Seçme Hadisler,2/36
7-Tac Tercemesi,5/62
8-Tac Tercemesi,5/61
9-250 Hadis,sf:115
Devamını Oku

DİNİMİZİN SELÂMLAŞMAYA VERDİĞİ ÖNEM


DİNİMİZİN SELÂMLAŞMAYA VERDİĞİ ÖNEM
  Bir toplumun huzur ve güveni,fertleri arasındaki ilişkilerin  sağlam bir temele dayanmasına ve düzgün bir şekilde devam etmesine bağlıdır.Bu sebeple tarihin her devrinde insan toplulukları,refah ve mutluluğun temeli olan karşılıklı sevgi,saygı ve hoşgörüye önem vermişler,birlik ve beraberliği yok edecek kin ve nefret gibi kötü duygulardan sakınmaya çalışmışlardır.
  Her gün dilimizden düşmeyen âdab-ı muaşeret,âdab-ı umumiye,âdab-ı erkân,beşeri münasebetler gibi sözler,toplum içinde uyulması gereken terbiye ve nezaket kaidelerini,davranış şekillerini,sevgi-saygı ve görgü
 kurallarını ifade eden kavramlardır.Gözlerini toplum içinde açan ve son durağına toplum tarafından yolcu edilen insanoğluna düşen görev,toplumun değer ölçülerine saygılı olmak ve genel ahlâk kurallarına ters düşmemektir.
   İnsanlık tarihi kadar uzun geçmişi olan görgü kuralları,inanç,örf ve adetlere dayalı olarak toplumdan topluma farklılık gösterirler.Medenî toplumlarda bireyin davranış hürriyeti,toplumun davranış töreleriyle sınırlıdır.Görgü kurallarına uymayanlara kanunî bir müeyyide uygulanmaz.Fakat bunlar,ailede ve toplumda horlanmak,kınanmak ve yalnız bırakılmak suretiyle cezalandırılarak,kurallara uymaya zorlanırlar.İnanca ve Allah sevgisine dayalı görgü kuralları,gelenek ve görenekler geçerlilik ve süreklilik kazanırlar.Din,hukuk ve ahlâk kurallarına ters düşen,millî bünyeye uymayan,yabancı örf ve adetlere dayalı davranışlara görgü kuralları denemez.
  Selâmlaşma,toplumda iyi ilişkiler kurulmasına vasıta olan,mevcut sevgi ve samimiyeti arttıran geleneklerin başında gelir.Mü'minler,selâmlaşma ile karşılıklı dostluk,sevgi ve barış hislerini ve dileklerini birbirlerine iletirler,Kur'an-ı Kerim'de meâlen:
 "Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın;yahut aynı ile karşılık verin.Şüphesiz Allah,herşeyin hesabını arayandır."(1)buyrulmuştur.Peygamber Efendimiz,kendisinden İslâm'ın en hayırlı ibâdetinin ne olduğunu soran bir sahabiye,"Tanıdığına,tanımadığına selâm vermektir"buyurarak,selâmlaşma için insanların birbirlerini tanımaları gerekmediğini bildirmiştir,herkesin başkalarına karşı sevgi ve dostluk hisleriyle dolu olmasını istemiştir.Bu ayet-i Kerime hadis-i Şerif'ten anlaşılacağı gibi dinimizde selâm vermek sünnet,almak ise farzdır.
  Selâm,"Esselâmu aleyküm ya da selâmun aleyküm"şeklinde verilir.Selâmı veren,sevgi ve iyi niyetini ifade de öncülük ettiğinden,selâmı alan da"Aleyküm selâm"sözüne "ve rahmetullahi ve berekâtüh"kelimelerini ilave ederek bu güzel davranışa karşılık vermelidir.Her karşılaşmada insanların birbirlerini selâmlayarak yekdiğerine Allah'tan esenlik,huzur,sağlık,rahmet ve bereket dileğinde bulunmaları ne güzel bir davranıştır.
  İki müslüman birbirleriyle karşılaştığında yürüyen,durana veya oturana;genç olan,yaşlı olana;arkadan gelen,öndekine selâm verir.Bir kişi bir toplulukla karşılaştığında onlara selâm verir.İki topluluk birbirleriyle karşılaştığında az olan taraf çok olana selâm verir ve taraflardan birer kişinin selâmlaşmasıyla diğerlerinin selâmlaşma görevi de yerine gelmiş olur.Fakat hiç kimse selâm vermez ya da almazsa hepsi günahkâr olur.Selâm kurallarını bildiren hadis-i Şeriflerden bazıları meâl olarak şöyledir:
  "Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki,iman etmedikçe Cennet'e giremeyeceksiniz;birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmayacaksınız.Size yaptığınız takdirde,birbirinizi seveceğiniz bir şeyi söyleyim mi?Aranızda selâmı yayın"(2),"İnsanların Allah'a en yakın olanı,ilk selâm verendir"(3),"Rahman olan Allah'a ibâdet edin;yemek yedirin ve aranızda selâmı yayın,selâmetle Cennet'e girersiniz"(4),"Selâm,kelâmdan öncedir"(5),"Sizden biriniz,bir meclise geldiği vakit,selâm versin.Kalkmak istediği vakit de yine selâm versin.Bunlardan ilki sonuncusundan daha gerekli değildir"(6),"Binekli olan,yürüyene;yürüyen,oturana ve azlık,kalabalığa selâm verir"(7),"Topluluk geçerken,içlerinden birinin selâm vermesi kâfidir.Oturanlardan da birinin selâmı alması kâfi sayılır"(8)Hz.Peygamberin hizmetinde sekiz yıl bulunan Enes(R.A.),"Resulullah(S.A.V.)bana "Ey evlâdcığım,evine girdiğin vakit selâm ver;sana da ev halkına da bereket olur"buyurdu"(9)der.
  Namaz kılan,Kur'an-ı Kerim okuyan,zikreden,ilimle meşgul olan,hutbe okuyan,va'z eden,ezan okuyan,abdest alan ve yemek yiyen kimselere selâm verilmez.Zira bu durumlardaki kişilerin selâma karşılık vermeleri ya zordur ya da mümkün değildir.Bunların dışında başta ebeveynimiz,hocalarımız ve ev halkımız olmak üzere her mü'mine selâm verilir.
 Sözün özü;birbirimizi sever,sayar,birbirimizle selâmlaşır,yardımlaşır ve birbirimize karşı hoşgörülü davranırsak,milletçe huzur ve güven içinde yaşayacağımız gibi Yüce Rabbimizin hoşnutluğunu da kazanmış oluruz.
  Cenab-ı Hak,emirlerine uygun olarak yaşamayı cümlemize nasip kılsın.Allah'ın selâmı,rahmet, ve bereketi hepimize olsun...



______________________________________
1-Nisa Sûresi;ayet:86
2-Tac Tercemesi,5/433
3-Tac Tercemesi,5/434
4-Tac Tercemesi,5/434
5-Tac Tercemesi,5/435
6-Tac Tercemesi,5/443
7-Tac Tercemesi,5/435
8-Tac Tercemesi,5/443
9-Tac Tercemesi,5/435


Devamını Oku

18.3.11

TEVEKKÜL


TEVEKKÜL
   Dünya ve ahiret hayatımızda yakından ilgili olan tevekkül konusu,kimi zaman bilgisizlikten ya da ilgisizlikten ötürü yanlış anlaşılmakta  ve yorumlanmaktadır.Böyle hatalara düşmemek,ancak tevekkülün mânâ ve muhtevasını(içeriğini)öğrenmekle mümkün olabilir.
   Tevekkül,bütün sebepleri hazırladıktan,her türlü çarelere ve tedbirlere başvurduktan sonra,işin gerçekleşmesini Allah'tan beklemek;bu hususta Allah'a dayanmak ve güvenmektir.Yoksa,elden geleni yapmadan"Ben tevekkül ettim"diyerek işi oluruna bırakmak,tevekkül değil de olsa olsa tembellik olur.Meselâ:
   Çiftçi,zamanında tarlasını sürmeli,ekmeli,gübrelemeli ve gerektiğinde sulamalıdır.Tacir,meşru yollardan para kazanmanın imkânlarını aramalı,araştırmalı ve ticaretinde doğruluktan ayrılmadan azim ve sebatla çalışmalıdır.Öğrenci,derslerini zamanında hazırlamalı ve okulun disiplin kurallarına uymalıdır.
   Bunlar yapılmadan"Takdir ne ise o olur"deyip,çalışmada ve tedbirde kusur ederek sürdürülen bir ziraatten,ticaretten ve eğitimden iyi sonuç almak mümkün değildir.Zira,Allah Tealâ Hazretleri,her şeyi bir sebebe bağlamıştır.Bir işte başarılı olmak için,Allah'a güven duygusu içerisinde,o işte başarıya ulaştıracak sebeplere başvurulmalı ve onlardan yararlanılmalıdır.
   Kâinatta zerreden küreye kadar her varlık,yaratılışındaki gaye doğrultusunda ilerlerken,bütün varlıkların en şereflisi olan insanoğlunun,sahip olduğu akıl nimetinden,düşünme ve muhakeme kabiliyetinden yararlanmaması,tembel tembel oturarak Allah'tan rızık beklemesi,insanlığa yakışmayan bir davranış ve boşuna bir bekleyiş olur.Zira bu, "Bir şeye karar verip azmettikten sonra artık Allah'a güvenip dayan.Çünkü Allah,kendine güvenip  dayananları sever"(1)meâlindeki yüce İlâhi buyruğuna ters düşer. "İnsan ancak çalıştığına erişir"(2)meâlindeki ayet-i Kerime ve "Besmelesiz başlanan işin hayrı yoktur"(3)meâlindeki hadis-i şerif de azim ve güvenin başarıdaki önemini açıkça bildirmektedirler.
   Allah Elçisi,Ashab'dan bir zâtın: "Ya Resûlallah,devemi bağlayım da mı yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?"sorununa:"Bağla da tevekkül et"(4)karşılığını vermişlerdir.
   Hazreti Ömer(R.A), "Sizden biriniz,"Allah'ım!Rızkımı ver"diyerek,sakın geçimini sağlamayı bırakmasın.Bilirsiniz ki gökten ne altın yağar ne de gümüş"(5)der.Yine Ömer(R.A)'ın, "Biz mütevekkiliz"diyerek çalışmayı bırakıp hurma gölgeliklerinde dedikodu ile vakit geçiren kişilere"Siz mütevekkil değil,müteekkil yani hazır yiyicilersiniz"(6)diye çıkıştığı ve kırbacıyla onları dağıttığı nakledilir.
   Vatan toprakları arasında tehdit unsuru olarak kalan İstanbul'u almak ve onun fethi konusundaki hadis-i şerifte haber verilen büyük övgüye nail olmak için harekete geçen Sultan İkinci Mehmet,sahip olduğu büyük azim ve güven sayesinde,önüne çıkan hiçbir engelden yılmamış,gemilerini yağlı kızaklarda kaydırarak Haliç'e indirmeyi başarmış,fethi tamamlayarak yeni bir çağ açmıştır.Bunlar,ecdadımızın tevekkül anlayışını sergileyen güzel örneklerdir.
   O halde gücümüzü,yeteneğimizi,bilgi ve becerimizi azim,kararlılık ve güven duygusu içerisinde kullanıp çok çalışarak dünya ve ahiret hayatımızı kazanmaya gayret etmeliyiz.Çünkü,ne kadar iyi tedbir alınmış olsa da Allah'ın lütuf ve yardımcı olmadıkça hiçbir işte başarı sağlanmaz;türlü engeller çıkar.Azimle çalışmak ve Allah'a güvenmek içiçe olunca,kişi,bu şartları haiz olmayan davranışlarının sonucuna katlanmak durumundadır.
   Her türlü çalışmalarımızda kuvvet,güven,başarı ve zafer kaynağımız olması gereken tevekkülü,acz ve miskinlik vasıtası yapmaktan sakınmalıyız.Bilmeliyiz ki,Allah'ın emri olan çalışmak dururken,nefsin isteği olan tembelliği seçip,bunu da tevekkül kabul etmek,Yüce Rabbimizin emirlerinden uzaklaşıp,nefsimizin arzularına uymak olur.


_________________________________
1-Al-i İmran Sûresi;ayet:159
2-Necm Sûresi;ayet:39
3-Kenzü'l-İrfan sh:4,had.no:2
4-250 Hadis,sf:50
5-Örnek Metinler,sf:189(Diyanet yayınları)
6-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri 500 Hadis-i Şerif meâli,sh:78
Devamını Oku

10.3.11

VERDİĞİMİZ SÖZLERE YAPTIĞIMIZ ANLAŞMALARA UYMALIYIZ


VERDİĞİMİZ SÖZLERE YAPTIĞIMIZ ANLAŞMALARA UYMALIYIZ
  Verilen sözü yerine getirmek,yapılan anlaşmaya uymak hem dinî hem de insanî bir görevdir.Cenab-ı Hak,gerek ruhlar âleminde,gerekse peygamberleri vasıtasıyla dünya hayatında,kullarını yüce varlığına inanmaya,kendine kulluk etmeye ve Uluhiyetine karşı verdikleri söz ve ahitlere bağlı kalmaya çağirmıştır.Bu İlâhî çağrıları sebep ve hikmetleriyle beyan eden ayet-i Kerimelerden bazıları meâl olarak şöyledir:
  "Kıyamet gününde,biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Âdem oğullarından,onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı,onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki:Ben sizin Rabbiniz değil miyim?(Onlar da),Evet(buna)şâhit olduk,dediler","Yahut "Daha önce babalarımız Allah'a ortak koştu,biz de onlardan sonra gelen bir nesildik(onların izinden gittik).Bâtıl işleyenlerin yüzünden bizi helâk  edecek misin?"dememeniz için(böyle yaptık)."(1),"Ey Âdem oğulları!Size şeytana tapmayın,çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır"demedim mi?"(2),"Andolsun ki biz,"Allah'a kulluk edin ve Tağut'tan(İslamdan önce Mekke'de bulunan putlardan biri)sakının diye(emretmeleri için)her ümmete bir peygamber gönderdik..."(3),"...Verdiğimiz sözü yerine getirin.Çünkü verilen söz,sorumluluğu gerektirir."(4)
 Resul-i Ekrem(S.A.V.),hakkında istiğfar dualarının büyüğü buyurduğu duasının bir bölümde,Cenab-ı Hakk'a karşı olan sorumluluk duygusunu,"Allah'ım!Gücüm yettiği kadar,ezelde sana verdiğim ahd ve vadin üzerinde duruyorum"(5)şeklinde dile getirmişlerdir.
   Kur'an-ı Kerim,Allah'a karşı verilen söz ve yapılanahitlere bağlı kalınmasını istediği gibi,mü'minlerin birbirlerine karşı verdikleri sözlere ve yaptıkları anlaşmalara uymalarını da istemektedir.Nitekin,Mü'minun Sûresinde,verilen söz tutmanın ve emânete riayet etmenin,saadete ermiş mü'minlerin vasıflarından olduğunu işaret edilmiştir.Bir hadis-i Şerifte de yalan söylemenin,verilen sözü yerine getirmemenin ve emânete hıyanet etmenin münafıklık alâmetleri olduğu bildirilmiştir.(6)
  Peygamberliğinden önce de,çevresinde doğruluğuyla tanınan ve ismine emin(güvenilir)sıfatı eklenerek,"Muhammedü'l-Emin"diye çağrılan Hz.Peygamberin,verdiği söze bağlılığının bir örneği,sahabî Abdullah bin Ebu'l-Hansa(R.A)dan dinleyelim:
  "Peygamber(S.A.V.)'e henüz peygamberlik gönderilmeden önce,bir şey sattım.Bir miktar borcu kaldı.Kalan borcu almak üzere,bulunduğu yere geleceğimi vadettim,fakat unuttum.Üç gün sonra hatırlayınca,gittim.Bir de ne göreyim!O,yerinde bekliyor.(beni görünce)"Ey delikanlı!bana meşakkat verdin,üç gecedir seni bekliyorum"dedi."(7)
  Allah'a ve mü'minlere karşı verilen söz ve yapılan ahitlere olduğu gibi müşriklerle olan anlaşmalara bağlı kalmak da dinimizin emirlerindendir.Bu konuda Yüce Kitabımızda meâlen:
  "...Antlaşma hükümlerinde size karşı bir eksiklik yapmayan ve aleyhinizde kimseye yardım etmeyen müşriklerle yaptığınız antlaşmaya sonuna kadar riâyet ediniz"(8)buyrulmuştur.
  Verdiği söze uymayanlar hakkındaki şu İlâhî buyruk ne kadar acıdır:
 "Onlar öyle(fasıklar)ki,kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler.Allah'ın,ziyaret edilip hal ve hatırının sorulmasını istediği kimseleri ziyaretten vazgeçerler ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.İşte onlar gerçekten zarara uğrayanlardır."(9),"Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince,işte bunların ahirette bir payı yoktur.Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak,onlara bakmayack ve onları temize çıkarmayacaktır.Onlar için acı bir azap vardır."(10)
  Sözünde duranlar hakkında ise Kur'an-ı Kerimde meâlen:
 "...Her kim sözünü yerine getirirse ve kötülükten sakınırsa,bilsin ki Allah sakınanları sever"(11)buyrulmuştur.
Bu noktada şu hususu açıklamakta yarar vardır:Bir kimse yerine getirmeyeceği bir vaatte bulunur veya yerine getirmek niyetiyle söz verir de,hiçbir özrü ve engel yok iken sözünden dönerse,günah işlemiş olur.Herhangi bir hususta söz verip de bir engel ve özür sebebiyle verdiği sözü yerine getiremeyen kimse ise,günahkâr olmaz.Çünkü,bu gibi konularda hüküm,niyete göredir.(12)
  Sözün özü;verilen sözü yerine getirmek,Yüce Rabbimizin emridir.Verdiği söz ve yaptığı ahitlere(anlaşmalara)bağlı kalanlar,hem Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğuna hem de insanların sevgisibi kazanarak dünyada da,ahirette de huzurlu ve güvenli olurlar.

______________________________
1-A'raf Sûresi;ayet:172-173
2-Yasin Sûresi;ayet:60-61
3-Nahl Sûresi;36
4-İsra Sûresi;ayet:43
5-Riyazü's-Salihîn Tercemesi,3/390
6-Tecrid-i Sarih Terc.1/45
7-Tac Tercemesi,5/110
8-Tevbe Sûresi;ayet:4
9-Bakara Sûresi;ayet:27
10-Al-i İmran Sûresi;ayet:77
11-Al-i İmran Sûresi;ayet:76
12-250 Hadis,sf:33





Devamını Oku

BOŞ VE ZARARLI KONUŞMALARDAN SAKINMALIYIZ

 BOŞ VE ZARARLI KONUŞMALARDAN SAKINMALIYIZ
  İnsanoğlunu nefsine karşı yenilgiye uğratan kötü alışkanlıklardan biri de boşboğazlıktır.Konuşma ve meramı anlatabilme imkânı,Allahu Tealâ'nın insana büyük bir lütfudur.Ne var ki,bunu hayra,iyiye,güzele,doğruya kullanmak,zararlı,yıkıcı,bölücü işlere ve düşüncelere vasıta yapmamak gerekir.Allah'ın emrine uygun ve insanların mutluluğunu hedef alan konuşmalar hayırlı;inanç esaslarına ters düşen,bunları zedeleyen,alay konusu yapan ya da hafife alan;ahlâk kurallarını,toplumun gelenek ve göreneklerini hiçe sayan sözler ise zararlıdır.İnsan dili sayesinde dünyada da ahirette de huzura erişebileceği gibi,dili yüzünden dünyasını da ahiretini de mahvedebilir.Bu sebeplerdir ki,ayet-Celilede meâlen:
  "İnsan hiçbir söz söylemez ki,yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın"(1)buyrularak gelişigüzel konuşmamamız,günlük hayatımızı tam bir disiplin altında tutmamız ve sorumluluk duygusuyla her anımızı değerlendirmemiz gerektiğine dikkat çekilmiştir.Bu İlâhî buyruğa kulak tıkayıp boş vakitleri başkasını çekiştirmekle,gıybetle,iftira ile ve güldürü sözlerle harcamak ne büyük gaflettir.Bazı kimseler daha da ileri giderek dinî konuları,manevî değerleri hafife alan ve hiçe sayan sözler söyleyerek ya imanını zedelemekte ya da tamamen küfür bataklığına düşmektedirler.
  İman etmek kolay,mühim olan onu korumaktır.İlâhî emirlerin bir kısmını kabul edip,bazılarını gerçek dışı olarak kendi hevesince yorumlamaya kalkışmak tamamını inkâr olur.Zira din bir bütündür,bölünmeyi kabul etmez.Meselâ: "İçki neden haram olsun?Üzümden,arpadan yapıldı"diyen bir kimse Allah'ın koyduğu bir yasağı inkâr etmiş olduğundan,bu iddiadan vazgeçip,tövbe etmedikçe mü'min olamaz.
  İnkârcılığı,dedikoduyu,gerçek dışı konuşmayı alışkanlık haline getiren kimselerin karşısına oturup,onların inkârcı,yıkıcı ve başkalarını aşağılayıcı sözlerine kafa sallamak münâfıklıktır.
 Müslümanım diyen bazı kimseler,İslâm'ın beş esasından olan namazı kılmak bir yana,bu kulluk görevini yerine getirenlerle"sen namaz kılıyorsun,bir şey elde edemiyorsun.Ben de spor yapıyorum"diye alay etmekte ve namaz farizasındaki gayeyi spor olarak göstermeye çalışmaktadırlar.Müslümana düşen,Cenab-ı Hakk'ın "Namazı kılın"emrine uyarak bu görevi yerine getirmektedir.Erkân ve adabına uygun olarak kılınan namazın hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyacağında şüphe yoktur.(3)
  Namaz kılan bazı kimselerde görülen hoş olmayan davranışlar,bizi namaz kılmamakta haklı çıkarmaz.Biz namazımızı kılalım,hem de gereği gibi kılalım da bizi kötülüklerden alıkoysun.Bunu yapamıyorsak hiç olmazsa saçma sapan uydurmalarla yüce değerlere dil uzatmayalım.
  Bazı insanlar da vardır ki,bulundukları yerde sevmedikleri birinden söz açılınca,"O adam halâ yaşıyor mu?Allah bile onu öldüremez"."O adamdan öyle nefret ederim ki,onunla Cennet'e bile gitmek istemem"gibi sözlerle orada hazır bulunmayan bir kimsenin gıybetini yapmakta ve de Yüce Allah'ın kudretini ve O'nun cenneti'ni hafife almaktadırlar.Bu gibilerin âkibetini ve onlara karşı alınacak tavrı belirleyen Ayet-i Kerimelerden bazıları meâl olarak şöyledir:
  "İnsanlar arasında,bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak için gerçeği boş sözlerle değişenler ve Allah yolunu alaya alanlar vardır.İşte alçaltıcı azâb bunlar içindir"(4),"Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde,onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak dur.Eğer şeytan sana unutturursa,hatırladıktan sonra artık o zalimler ile oturma"(5),"O(Allah),Kitap'ta size şöyle indirmiştir ki:Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman,onlar bundan başka bir söze dalıncaya(konuya geçinceye)kadar kâfirlerle beraber oturmayın;yoksa siz de onlar gibi olursunuz.Elbette Allah,münafıkları ve kâfirleri Cehennem'de bir araya getirecektir."(6)
  Hiçbir şahsı,zümreyi ve değeri hedef almayan;inkâr,gıybet,iftira gibi bir gaye gütmeyen,eğlence ve güldürü türünden boş sözlere,asılsız hikâye ve efsanelere gelince,bunlar da insanın vaktini,enerjisini gereksiz harcamasına yol açtığı,onu ciddî şeylerle uğraşmaktan ve kendini murakabe(denetleme)den alıkoyduğu için dinimizde zararlı sayılmıştır.
  Kur'an-ı Kerim'de boş sözlerden yüz çevirmenin kurtuluşa eren mü'minlerin özelliklerinden olduğuna işaret edilmiştir,(7)birhadis-i Şerifte de kişinin malâyani(faydasız)şeyleri terketmesinin müslümanlığın güzelliğinden olduğu belirtilmiştir."(8)
  Öyleyse Yüce Rabbimizin emirlerine ve Sevgili Peygamberimizin tavsiyelerine uyarak dilimizi hayra,iyiye,güzele ve doğruya kullanmaya,zararlı sözlerden alıkoymaya büyük gayret etmeliyiz.

______________________________________
1-Kaf Sûresi;ayet:18
2-Bakara Sûresi;ayet:43
3-Ankebut S3uresi;ayet:45
4-Lokman Sûresi;ayet:6
5-En'am Sûresi;ayet:68
6-Nisa Sûresi;ayet:140
7-Mü'minun Sûresi;ayet:3
8-Riyazü's-Salihin Tercemesi,1/101







Devamını Oku

DİNİ EMİRLERE UYMAKTA HEM DÜNYA HEM DE AHİRET KAZANCI VARDIR

DİNİ EMİRLERE UYMAKTA HEM DÜNYA HEM DE AHİRET KAZANCI VARDIR
  İslâmiyet,insanın sonsuzluğa dek mutluluğunu hedef almış,bu hususta izlenecek yolu belirlemiştir.Kim Allah Elçisinin:
 "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya,yarın ölecekmiş gibi ahirete çalışın"(1)emirleri doğrultusunda hareket ederse,dünya hayatını da ahiret hayatını da kazanmış olur.
   Dünya kazancının peşin,ahiret kazancının geleceğe yönelik olması bizi ahiretle ilgili çalışmalarımızda ihmâlkârlığa sürüklememelidir.Zira "dünya ahiretin tarlası"(2)olup,bu her iki hayat da dünya'da kazanılmaktadır.İnsan,güzel ve kötü davranışlarının karşılığını bu dünyada bulmuş olmayabilir.Fakat bunların karşılığı,
 "Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür"(3)mealindeki İlâh'i buyruğa uygun olaral tecelli edecek ve herkes işlediğinin karşılığını bulacaktır.
  İlâhi emirlere uymakta hem dünya hem de ahiret kazancı vardır.İlk bakışta sadece ahiret hayatı ile ilgili sanılan namaz,oruç,zekât,hac gibi kulluk görevleri,dünya hayatı ve toplum düzeniyle de yakından alâkalıdırlar.Şöyle ki:
  Namaz,insanı ruhen,bedenen temizliğe yöneltir,ahlâken yükseltir,disipleine alıştırır,günah işlemekten alıkor ve kalben huzura kavuşturur.Cemaatle kılınan namaz,müslümanları omuz omuza getirir,onların tanışıp kaynaşmalarını ve birbirlerine yardımcı olmalarını sağlar.
  Oruç,nefsin hırs ve azgınlıklarını dizginler,ruhumuzu yükseltir,bedenimize zindelik kazandırır ve kötülük duygularını frenleyerek insanı iyiliğe götürür.Oruçla açlığı tadan kimse,kalbinde yoksullara ve açlara daha çok yardım etme ihtiyacını duyar.Bu da toplumda birlik ve beraberliğin oluşmasına vesîle olur.
  Zekât,sosyal adalet fikrini,Allah için iş ve yardım yapmayı zihinlere ve gönüllere yerleştirir.Yardımlaşmayla haset ve kıskançlıklar ortadan kalkarak fakirler ve zenginler arasında sevgi,saygı ve güven duyguları gelişir.
  Hac,insanın bilgisini,görgüsünü arttırır,müslümanların tanışmalarını,karşılıklı görüş alışverişinde bulunmalarını,aralarındaki kardeşlik bağlarının güçlenmesini temin eder.Renk,ırk,dil farkı gözetilmeden ayni gaye için dünyanın dört yanından gelen mü'minler arasında Yüce Mevlâ'ya dua ve niyazda bulunmak,ruha büyük haz ve coşku verir.
  Bunların yanında ziraat,ticaret ve sanayî gibi herhangi bir iş kolunda çalışarak çoluk çocuğun rızkını sağlamak veya fakirlere,kimsesizlere,güçsüzlere yardımda bulunmak da,Allah'ın rızasını kazandıracak görevlerimizdendir.
  Kıyamet gününde herkesin hakettiğini bulacağı,hiçbir kimseye zulmedilmeyeceği kur'an-ı Kerim'de meâl olarak şöyle bildirilmektedir:
  "Herkesin,iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde(insan)isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun.Allah kendisine karşı(gelmekten)sizi sakındırıyor.Allah kullarına çok şefkatlidir."(4),"Ey iman edenler!Allah'tan korkun ve herkes,yarına ne hazırladığına baksın.Allah'tan korkun,çünkü Allah,yaptıklarınızdan haberdardır.","Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.Onlar yoldan çıkan kimselerdir."(5),"Amel defteri ortaya konunca,suçların onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün."Vay halimize!derler,bu defter nasıl olmuş da küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın(yaptıklarımızın)hepsini sayıp dökmüş!"Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır.Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez."(6)
  İnanmayanların,canilerin ve günahkârların da bu dünyada hayat sürdürmeleri,mal ve servet sahibi olmaları,Allah'ın Rahman sıfatının bir gereğidir.Yüce Mevlâ,inanmayana da,günahkâra da çalıştığının karşılığını bu dünyada verir.İşlenen kötülüklerin cezasının çabuklaştırılmaması onların karşılıksız kalacağı anlamına gelmez.Aksine cezanın dünyada tattırılması,kişiye bir uyarıdır.Bu hususu konu alan bazı ayet-i Kerimeler meâl olarak şöyledir:
 "İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde bozgun çıkar,Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırır"(7),"Eğer Allah insanlara,hayrı çarçabuk istedikleri gibi şerri de acele verseydi,elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu.Fakat bize kavuşmayı beklemiyenleri biz,azgınlıkları içinde bocalar bir halde kendi başlarına)bırakırız."(8),"(Resûlüm!)Sakın,Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma!Ancak,Allah onları(cezalandırmayı),korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor."(9)
  Bu konuda Sevgili Peygamberimiz de meâlen şöyle buyurmuşlardır:
"Allahu Teâla,bir kulunun iyiliğini dilerse,suçundan dolayı onu dünyada cezalandırmaz,tâ ki o kul,Kıyamet günü günahı ile gelsin."(10)
  Buraya kadar yapmış olduğumuz açıklamalardan da anlaşılacağı gibi,herkes yaptığı iyilik ya da kötülüğün karşılığını bu dünyada olmasa da ahirette bulacak ve hiçbir hak zayi olmayacaktır.Öyleyse her biri kendi mutluluğumuza yönelik olan,İlahî emirlere uyarak hem dünyamızı hem de ahiretimizi kazanmaya gayret etmeliyiz.



__________________________
1-Muhtar'ul Ehadis:29
2-Keşfü'l-hafa,1/412
3-Zilzal Sûresi;ayet:7-8
4-Âl-i İmran Sûresi;ayet:30
5-Haşr Sûresi;ayet:18-19
6-Kehf Sûresi;ayet:49
7-Rûm Sûresi;ayet:41
8-Yunus Sûresi;ayet:11
9-İbrahim Sûresi;ayet:42
10-Riyazü's-Salihin Tercemesi,1/73
Devamını Oku