Cevat Sağlam



29.4.11

ŞEFAAT VE ŞEFAAT EDİCİLER


ŞEFAAT VE ŞEFAAT EDİCİLER
   Şefaat sözcüğü,birine arka çıkma ya da yardıma muhtaç,korunmaya lâyık olan kimsenin affını dileme ve iyiliğine çalışma manalarına gelir.
   İnsanın dünyada olduğu gibi,ahiret hayatında da kendi güç ve selahiyetlerini aşan işlerde şefaat ihtiyacı olarak;hatta bu ihtiyacı,ahiret hayatında çok daha fazla hissedecektir.
   Her şeyi bir sebep ve vasıtaya bağlamış olan Cenab-ı Hak müminlere,yüce emirlerine ters düşmeyen,dünya hayatıyla ilgili hususlarda,bazı suç ve suçluların affı için şefaatte bulunmayı meşru kılmıştır.Ahiret hayatında yapılacak şefaat ise,"İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?"(1)ayet-i Celilesinde belirlendiği gibi,Yüce Allah'ın iznine bağlı bulunmaktır.
   Bütün günahlardan korunmuş olan Resul-i Ekrem (S.A.V),günde yetmiş defadan fazla tövbe-i İstiğfarda bulunur,farz namazlar dışında geceleri de kalkıp nafile namazı ve kendisine vacip olan teheccüd namazı kılar,şahsı ve ümmeti için Rabbine dua ve niyazda bulunurdu.Sahabe-i Kiram,ibâdet ve taatteki örnek davranışlarıyla Hz.Peygamber'in
   Ashabımı bana bırakınız,Nefsim yedi kudretinde olan Allahu Teâlaya yemin ederim ki,eğer siz Uhud dağı kadar altın infak edecek olursanız onların amellerine erişemezsiniz"(2)meâlindeki yüce övgüsüne mazhar olmuşlardır.
İnsanlığa bir şahit,müjdeleyici,uyarıcı,Allah'ın izniyle,bir davetçi ve nûr saçan bir kandil(4)olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz,Cenab-ı Hak'kın izniyle(3)Kıyamet gününde kendi ümmeti başta olmak üzere her ümmet ve bütün beşeriyet için şefaatte bulunacaktır.Mahşer halkının hesaplarının çabuk görülüp çok uzun ve üzücü bir bekleyişten kurtarılması ve rahata kavuşturulması maksadıyla gerçekleştirilecek bu şefaate"Şefâat-i Kübra"yani büyük şefaat denirAbdullah İbn-i Ömer(R.A.)'dan rivayet edildiğine göre,
   "Kıyamet günü insanlar küme küme,her ümmet Peygamberinin peşinde(ileri,geri)dönüştürürler(ve büyük Peygamberlere)ey falan şefaat et,ey falan şefaat et,derler.En son şefaat dilediği Nebî(S.A.V.)'e erişip nihayet bulur.Bu şefaat vakıası Allahu Tealâ'nın Peygamberleri Muahmmed Mustafa'yı Makam-ı Mahmud'a gönderdiği gün vuku bulur(ve herkes o gün Muhammed Mustafa'yı tebcil eder.)"(4)Hadis-i şerifte geçen "Makam-ı Mahmud":Kıyamet günü bütün Peygamberler ve ermişlerin toplanacağı mahalde Sevgili Peygamberimizin yeridir.(5)
   Allahu Tealâ,Sevgili Peygamberimize ümmetinin yarısının Cennet'e girmesiyle onlara şefaat etme selahiyeti arasında bir tercih hakkı tanımış,Allah Elçisi de şefaat daha umumi ve yeterli bir kurtarma şekli olduğundan onu tercih etmiştir.(6)
   Cenab-ı Hak'kın lütfettiği bu şefaat izniyle sevgili Peygamberimiz,sözü geçen büyük şefaatten sonra kendi ümmetinden zerre kadar imanı bulunanların affı,Cehennem azâbını haketmiş bazı kimselerin ateşe girmemeleri ve bazılarının azâblarının hafif olması veya Cehennem'den bir an evvel çıkması,bazı kimselerin hesaba çekilmeden Cennet'e konulması,Cennet ehlinden bazılarının derecelerinin yükseltilmesi ve ehl-i Beyt'i sevenlerin bağışlanması için Yüce Mevlâ'dan dua ve niyazda bulunacak ve Resûlüllah'ın bu dua ve niyazı kabul edilecektir.
  Resûl-i Ekrem'in şefâatine inanmayanlarla,Allah'a şirk koşmış olarak ölenlerin şefaate nail olamayacaklarını belirten hadislerden meal olarak şöyledir:
   "Kıyamet günü şefaatim hak(ve sabit)tır.Kim buna iman etmezse,şefaatime ehil olmayacaktır."(7),"Her Peygamberin kabul olunması kesin olan bir duası vardır.Her Peygamber de bu duasını dünyada yapmakta acele göstermiştir.Ben ise duamı Kıyamet gününe ümmetime şefaat olmak üzere tehir ettim.Ümmetimden Allah'a bir şey şirk koşmadan ölen herkes,inşaallah ona nail olacaktır."(8)
   Kıyamet günü Cenab-ı Hak'kın,her peygambere kendi ümmetine şefaat etme izni vereceği,alimlerin,şehidlerin,ehl-i Beyt'in,Kur'an-ı Kerim'in,henüz erginlik çağına gelmeden vefat eden çocukların da,Cenab-ı Allah'ın izniyle şefaat edecekler arasında bulunduğu bazı hadis-i Şeriflerde bildirilmiştir.
   Ümmet, olmakla iftihar ettiğimiz Sevgili Peygamberimizin örnek hayatından ibret almak,sünnetine tabi olmak,O'nun şefaatine mazhar kılması için Yüce Mevlâ'ya niyazda bulunmak önde gelen görevlerimizdendir.Zira,Allahu Tealâ'nın sevgisine erişebilmek,O Yüce Mevlâ'nın sonsuz rahmetini ve kullarına olan buyruklarını yansıtan,kanunlarını haber veren,O'nu kullarına tanıtan,kulluk görevlerinin anlamını ve ölçüsünü belleten Hz.Peygamber'e tabi olmakla mümkün olabileceklerdir.(9)
   Yazımı konu ile ilgili bir ayet-i Kerime meâliyle noktalıyorum:
   "Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki,sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir.O,size çok düşkün,müminlere karşı çok şefkatlidir,merhametlidir."(10)
   Cenab-ı Hak,cümlemizi rızasına ve Sevgili Peygamberimiz'in şefâatine nail kılsın!...





___________________________________
1-Bakara Sûresi;ayet:255
2-Kenzü'l-İrfan,sh:45
3-Ahzâb Sûresi;ayet:45-46
4-Tecrid-i Sarih Terc.11/128
5-M.Nihat Özön,sf:425
6-İbn-i Mace,2/1441
7-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri 500 Hadis sh:142
8-Tac Tercemesi,3/463
9-Al-i İmran Sûresi;ayet:31
10-Tevbe Sûresi;ayet:128
Devamını Oku

KUR'AN-İ KERİM'İ OKUMANIN VE OKUTMANIN FAZİLETİ


KUR'AN-İ KERİM'İ OKUMANIN VE OKUTMANIN FAZİLETİ
   Cenab-ı Hak'kın Cebrail(A.S.)vasıtasıyla son elçisi Hz.Muhammed (S.A.V.)'e gönderdiği Kur'an-ı Kerim,müminler için ilâhi bir rehberdir.İslâmiyetten önce her türlü medeniyetten,faziletten uzak bir şekilde yaşayan;putlara,taşlara,ağaçlara,yıldızlara,hayvanlara tapan kimseler,Kur'an-ı Kerim'in indirilmesiyle O'na gönül vermeleri sayesinde,içinde bulundukları cehalet ve sapıklıktan kurtulup doğru yola girmişlerdir.
   Kur'an-ı Kerim,içinde okunduğu evleri aydınlatır ve kendisine bağlı olan kalpleri ferahlatır.Sevgili Peygamberimiz,
   "İkametgâhlarınızı namaz ile,Kur'an-ı Kerim'i okumakla nurlandırınız"(1),"Zihninde Kur'an'dan bir şey olmayan kimse harâb bir ev gibidir."(2)meâlindeki hadisleriyle müminleri bu manevî güneşten yararlanmaya çağırmıştır.
   Kur'an-ı Kerim'e hizmet etmek,onu okumak ve hıfzetmek insanı saadete eriştirir.Nitekim Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde,Kur'an okuyup ezberleyen ve emirlerine uygun olarak yaşayan bir kimsenin Cennet'e konulacağını ve ailesinden Cehennem'i hak etmiş olan on kişiye Allah'ın izniyle şefaat edebileceğini bildirmişlerdir.(3)Başka bir hadis-i şerifte,Kur'an-ı ezberleyerek açık seçik okuyan kimse,fazilet bakımından vahiy getiren meleklere benzetilmiş,hıfzı olmayıp zorlanarak Kur'an okuyan kimsenin de biri Kur'an okuma,diğeri okurken çektiği zorluk karşılığı olarak iki sevap kazanacağı bildirilmiştir.(4)
   Kur'an-i Kerim'i öğrenmek ve okumak kadar onu başkalarına öğretmek de,Allah katında değer kazanmaya vesîle olacak faziletli bir iş ve görevdir.Allah Elçisinin,"Sizin hayırlınız Kur'an öğrenen ve öğretendir"(5)meâlindeki buyruklarına uyarak Kur'an-ı Kerim'i hem kendimiz okumalı,hem de başta ev halkımız olmak üzere başkalarına da okutmaya gayret etmeliyiz.Unutmamalıyız ki,ölümünden sonra da amel defterine ecir ve sevap yazılacağı hadis-i şerifte bildirilen dört kimseden birisi,bu dünyadan göçtükten sonra da öğrettiği ilimle amel edilen kimsedir.(6)
  Ezberlenen Kur'an ayetleri sık sık tekrarlanarak akılda tutulmalıdır.Uzun bir zaman ve emek harcayarak elde edilen hıfzı,daha da pekiştirecek yerde unutmak büyük bir kayıptır.Sevgili Peygamberimiz,bu noktada:
   "Kur'anı ezberlemiş olan kimse,devesi bağlı olan adama benzer.Adam,devesine bakar,onunla alâkadar olursa,devesi durur.Başıboş bırakılırsa kaçıp gider"(7)buyurarak ezberlenen ya da öğrenilen Kur'an ayetlerinin unutulmaması için gayret edilmesi gerektiğini açıklamışlardır.
   Kur'an-ı Kerim'i okuyacak kimse vücudunu,elbisesini,kalbini her türlü kirden,meşguliyetten temizlemeli;abdest alıp,mümkünse kıbleye yönelerek saygılı bir şekilde ahenkli,açık-seçik,her harfi ve kelimeyi yerli yerinde okumalıdır.Okurken tecvid ilminde belirlenen okuma kurallarının dışına çıkmadan sesi güzelleştirmek müstehaptır.Buna uymayarak teganni yapmak ise mekruh,hatta bazı görüşlere göre haramdır.(8)
   Kur'an-i Kerim'i yüzüne bakarak okumanın fazileti büyüktür.Zira,böylece okuyucu ayet-i kerimeleri hatasız okuyabileceği gibi manalarını da düşünme imkânı bulabilecektir.(9)
   Kur'an-ı Kerim'in açık ya da gizli okunması konusuna gelince,bir hadis-i şerifte Kur'an-i Kerim'i açıkça ve yüksek sesle okuyan kimse,alenen sadaka verene,gizli okuyan da gizlice sadaka verene benzetilmiştir.(10)Kur'an-ı Kerim'i gizlice okumak,riyâdan uzak olacağından açıkta ve yüksek sesle okumaktan iyidir.Fakat riyâ karışma tehlikesi olmayan,namaz kılanları,uyuyanları ve saireyi rahatsız etmeyen bir tilâvetin yüksek sesle yapılması daha faziletlidir.Zira bu tilâvetten lisan da,kulak da daha fazla istifade ettiği gibi,bundan başkaları da yararlanabilirler.
   Kalp huzuru Allah'ı anmaya bağlıdır.(11)Allah'ı anmanın en güzel şekli ise,namaz kılmak ve Kur'an-ı Kerim okumaktır.Bu hususta açıklık getiren bir hadis-i şerif meal olarak şöyledir:
 "Herhangi bir cemaat bir evde toplanıp da Kur'an-ı Kerim'i okur,aralarında mukabele ederlerse yani biri okur diğerleride onu dinlerlerse kalpleri sükunet bulur,rahat ederler,Allah'ın rahmeti onları kaplar.Melekler onları kuşatır.Allahu Tealâ da onları kendi nezdindekiler arasında zikreder."(12)
   Kur'an-ı Kerim okunduğunda onu dinlemek dinimizin bir emridir.Bu husus,
   "Kur'an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun.Ola ki merhamet olunasınız"(13)meâlindeki bir ayet-i Celilede belirlenmiştir.
   Kur'an-ı Kerim'in nimetlerinden yararlanabilmek için ona hizmette kusur etmemeliyiz.Başta onu öğrenmeli,okumalı,okutmalı,sevmeli,okunmasına yardımcı olmalı,anlamalı ve emirlerini tutmalıyız.Yoksa Allahu Tealâ'nın dünya ve ahiret saadetimiz için bize gönderdiği yüce kitabımızdan uzak kalarak dünya ve ahiret mutluluğu beklemeye hakkımız olamaz.
   Yazımızı konuyla ilgili bir hadis-i şerif meâliyle noktalamak istiyorum:
   "Kim Kur'an'ı ezberler ve hükümlerine göre amel ederse,bu kimsenin babasına Kıyamet gününde,ışığı,güneşin bütün dünya evlerindeki ışığından daha parlak bir taç giydirilecektir.Babasına böyle olunca,artık kendisinin derecesini düşünün."(14)



______________________________________
1-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri 500 Hadis sh:294
2-Tac Tercemesi,4/12
3-Tac Tercemesi,4/13
4-Tecrid-i Sarih Terc.11/214
5-Tecrid-i Sarih Terc.11/240
6-250 Hadis,sf:35
7-Tac Tercemesi,4/12
8-Müzemmil Sûresi;ayet:4,Tac Terc.4/19-22,500 Hadis sf:135,Riyazü's-Salihîn Terc.2/347
9-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri 500 Hadis sh:108
10-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri 500 Hadis sh:108
11-Râd Sûresi;ayet:28
12-Riyazü's-Salihîn Tercemesi,sh:2/360
13-A'raf Sûresi;ayet:204
14-Tac Tercemesi,4/12
Devamını Oku

SAHİP OLDUĞUMUZ NİMETLERİN KIYMETİNİ BİLMELİYİZ


SAHİP OLDUĞUMUZ NİMETLERİN KIYMETİNİ BİLMELİYİZ
   Çevremize bir göz attığımızda hemen her şeyin belli kanunlara bağlanıp insanoğlunun hizmetine sunulduğunu görürüz.Güzel biçim,olgun mizaç,akıl,düşünme,konuşma,okuyup yazma ve çalışma kabiliyeti gibi güzel hasletler,insanlara verilen büyük nimetlerdendir.Ne var ki,verdiği bu nimetler için Yüce Mevlâ'mıza şükretmeyi zaman zaman ihmâl ederiz.Fakat,herhangi bir sıkıntı ya da felâketle karşılaştığımızda,ruhumuzun derinliklerinde bulunan Allah ve din duygusu harekete geçerek bize Yaratıcımızı hatırlatır.Bütün güç ve kudretin O'nda bulunduğunu düşünerek el kaldırır yalvarırız.
  Aslolan,yalnız sıkıntı halinde değil,refah içinde bulunduğumuz zamanlarda da Yüce Mevlâ'mızı hatırlayarak,O'na verdiği nimetlere karşı şükretmemizdir.Her olayda Allah'ın kudretinin hakim bulunduğunu,her şeye nüfuz ettiğini bilmek nankörlük değil ise,bilinçsizlik olur.
   Cenab-ı Hak,insanı mal,servet ve evlât gibi nimetler vererek denediği gibi,onları almak suretiyle de imtihan eder.Hayat,başından sonuna kadar mücadeler ve imtihanlarla doludur.Nimet konusundaki ayet-i kerimelerden bazıları meâl olarak şöyledir.
   "Biz,hakikatten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.Onları,(çeşitli nakil vasıtaları ile)karada ve denizde taşıdık;kendilerine güzel güzel rızıklar verdik;yine onları,yarattıklarımızın birçoğundan  cidden üstün kıldık."(1),"Nimet olarak size ulaşan ne varsa,Allah'tandır.Sonra size bir zarar dokunduğu zaman da yalnız O'na yalvarırsınız."(2),"Allah'ın,göklerde ve yerdeki(nice varlık ve imkânları)sizin emrinize verdiğini,nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi?..."(3),"İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır.Sonra,kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit,"Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir"der.Hayır o bir imtihandır.Fakat çokları bilmezler."(4),"İnsan var ya,Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol nimet verdiğinde "Rabbim bana ikram etti"der.","Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise "Rabbim beni önemsemedi"der."(5)
   Kur'an-i Kerim,zengin oldukları takdirde sadaka vereceğine ve iyilik yapacağına dair Allah'a söz veren,fakat bu nimete kavuştukları halde cimrilik edip verdikleri sözü yerine getirmeyen kimselerin acı âkibetini şöyle bildiriyor:
   "Onlardan kimi de,"Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse,mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız!"diye Allah'a and içti.","Fakat Allah lütfundan onlara(zenginlik)verince,onda cimrilik edip (Allah'ın emrinden)yüz çevirerek sözlerinden döndüler.","Nihayet,Allah'a verdikleri sözden döndüklerinden ve yalan söylediklerinden dolayı Allah,kendisiyle karşılaşacakları güne kadar onların kalbine nifak(iki yüzlülük)soktu."(6)Cimriliği konu alan bir ayet-i Celilede de meâlen:
   "Onlar ki cimrilik eder,insanlara da cimrilikle tavsiyede bulunur ve Allah'ın kendilerine verdiği bol nimeti,cömertçe ihsanı gizlerler,,Biz de böyle olan inkârcı nankörlere aşağılayıcı bir azâb hazırladık"(7)buyrulmuştur.
   Arzu edilen bir nimete kavuşmak için Allah'a güven duygusu içerisinde azim ve sebatla çalışmak gerekir.Sahip olunan güç,bilgi ve yeteneği kullanmadan,hiçbir külfete katlanmadan nimet beklemek doğru değildir.Zira bu davranış,
   "Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.(8)İlâhî buyruğuna ters düşer.
  Herhangi bir nimete erişen kimse,o nimeti kendisine lütfeden Yüce Yaratıcısına hamdü senâda bulunmalı;onu koruyup,ondan yararlanmaya çalışmalıdır.Kur'an-ı Kerim'de bir millet nefislerinde olan iyi hali,güzel yaşayışı ve davranışları değiştirmediği sürece,Cenab-ı Hak'kın da onlara ihsan ettiği nimeti değiştirmeyeceği haber verilmiştir.(9)
   Yüce Kitabımızda"Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız"(10)meâlinde değinilen sayısız nimete sahip olmak güzel şeydir.Fakat,bu nimetler içinde yaşarken"O gün(dünyada yararlandığınız)nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz"(11)İlâhî buyruğunu da unutmayıp,hayatımızı ona göre düzenlemeliyiz.Sevgili Peygamberimiz,konuyla ilgili hadislerinden birinde müminlere,ölümden önce hayatın,hastalıktan önce sağlığın,meşguliyetten önce boş zamanın,ihtiyarlıktan önce gençliğin ve fakirlikten önce zenginliğin kıymetini bilmelerini tavsiye buyurmuşlardır.(12)
   Öyleyse,sahip olduğumuz bütün nimetleri yüce dinimizin emirleri doğrultusunda değerlendirerek onlardan hem dünyamız hem de ahiretimiz için yararlanmaya gayret etmeliyiz.Hakkı eda edilmeyen bir nimetin dünyada da ahirette de huzursuzluğa sebep olacağını unutmamalıyız.
   Cenab-ı Hak,verdiği nimetlerin şükrünü ifâ etmeyi cümlemize nasip etsin.



_____________________________
1-İsrâ Sûresi;ayet:70
2-Nahl Sûresi;ayet:53
3-Lokman Sûresi;ayet:20
4-Zümer Sûresi;ayet:49
5-Fecr Sûresi;ayet:15-16
6-Tevbe Sûresi;ayet:75-77
7-Nisa Sûresi;ayet:37
8-Necm Sûresi;ayet:39
9-Enfâl Sûresi;ayet:53
10-İbrahim Sûresi;ayet:34
11-Tekâsür Sûresi,ayet:8
12-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri 500 Hadis sh:47

Devamını Oku

26.4.11

HAYÂNIN TANIMI VE ÖNEMİ


HAYÂNIN TANIMI VE ÖNEMİ
   Hayâ  duygusu,insanın sahip olabileceği güzel huyların başında gelir.Hâya sözcüğü;utanma,ar,namus,ahlâk kaidelerine bağlı olma,edeb dışı  bir iş,söz ya da davranıştan ötürü kalbin duygulanıp sıkıntı içinde kalması,Allah korkusu sebebiyle kötü ve günah şeylerden korunma gibi manalara gelir.
   Halkın ayaklanması endişesinden meydana gelen utanma ve sıkılma hali,insanlarda yaratılıştan gelen bir duygudur.Toplum arasında,utanılacak yerleri açmamak ve utanılacak davranışlarda bulunmamak,tarihin derinliklerine kadar uzanır.Ancak,toplumlarda değer ölçüleri farklı olduğundan,utanma adına işlenen her işin doğru kabûl etmek mümkün değildir.Örneğin:cahiliye devrinde,doğan kız çocuğundan utanç duyarak onu diri diri toprağa gömme geleneği utanma adına işenmiş en büyük cinayetti.Allah korkusundan ve sevgisinden yoksul bu anlayış yanında,bir de İslâmiyet'in bu husustaki görüşüne bakalım.Enes (R.A.)'ın rivayetine göre Hz.Peygamber (S.A.V.),
   "Her kim iki kız çocuğunu erginlik çağına gelinceye kadar yetiştirirse,Kıyamet günü ben ve o kimse,şöylece yanyana bulunuruz,buyurmuşlar ve mübarek parmaklarını birbirlerine bitiştirmişlerdir."(1)Bir başka hadis-i Şerifte de meâlen:
   "Hâya ile iman birlikte bulunurlar;biri gidince ,öteki de gider"buyrularak,utanma duygusuyla imanın  birbirinin ayrılmaz parçası olduğuna işaret edilmiştir.
   Allah'tan utanan kimse,halktan da nefisinden de hâya eder.Allah'ın emrettiği şeyleri yapar,yasaklarından sakınır,toplum arasında fena iş işlememeye,kötü söz söylememeye gayret eder.Cenab-ı Hakk'ın ilminden hiçbir şeyin gizli kalmayacağını düşünüp,başkasının kendisinde görmesinden hoşlanmadı şeyi,kendi başına kaldığı zamanda yapmaz.Böylece hem dünya hem de ahiret mutluluğuna götüren yola girebilir.Zira,İlâhî hükümlere ters düşmeyen"Hayâ ancak hayır getirir."(2)
   Hayâ,Allahu Teâlâ Hazretleri'nin yüce vasıflarındandır.Nitekim,
   "Ellerini bana kaldırıp duâ eden kulumun ellerini boş çevirmekten haya ederim."(3),"Kullarımdan birinin vücûdunu,malını veya çocuğunu bir musîbete uğrattığımda,o kulum bunu iyi bir sabır ile karşılarsa,Kıyamet gününde o kimse için,mizan kurmaktan ya da amel defteri açmaktan hicap duyarım..."(4)gibi Kudsî hadisler bu gerçeğin belgelerindendir.
   Resûl-i Ekrem (S.A.V.),aile halkının geçimi,kendine mahsus günlük ibâdetler,inen vahyi tebliğ ve İslâm ahlâkını yayma gibi din ve dünya işlerini bir arada yürütüyordu.Her anı böyle dolu olan Hz.Peygamneri vakitli vakitsiz rahatsız edenler oluyordu.Güzel ahlâkta insanlığa örnek Sevgili Peygamberimiz,kimseye bir şey diyemiyor,için için üzülüyordu.Bunun üzerine Cenab-ı Hak,Peygamber (S.A.V.)'in evine ne zaman,nasıl girileceğini ve O'nun hayâsını bildiren şu meâldeki ayet-i Celileyi indirdi:
   "Ey iman edenler!Siz zamanını gözetmeksizin,bir yemeğe davet edilmedikçe,Peygamber'in evlerine girmeyin.Ancak davet edildiğiniz vakit girin.Yemeği yediğinizde hemen dağılın,sohbete dalmayın.Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte,fakat O(size bunu söylemekten)utanmaktadır.Ama Allah,hakkı söylemekten çekinmez..."(5)
   Hayâ duygusundan mahrum olmak,insan için felâkettir.Zira,hayâdan uzak kalanlar,her fenalığı yapmaktan sakınca görmezler.İşte,bütün Peygamberlerin buyurdukları,Resûl-i Ekrem'in de tekrarladıkları"Utanmadıktan sonra istediğini yap"(6)sözü,bu gerçeğin açık bir ifadesidir.
   Buharî'nın Abdullah İbn-i Ömer (R.A.)tan rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre:
   "Bir kere Nebî (S.A.V.)bir kimseye uğramıştı ki,o,kardeşini"sen sıkılırsın a"diye utangaçlığından ötürü azarlıyordu.Nihayet kendisine sanki "seni döverim!"diyordu.Bu durumu Resûl-i Ekrem görünce:"Şu hayâlı kardeşini bırak!Hayâ,imandandır,buyurdu."(7)Hayâ ile ilgili başka bir hadis-i Şerifte de meâl olarak:
   "Hayâ güzeldir,fakat hayâ kadınlarda daha güzeldir"(8)buyrulmuştur.Bu hadis-i şerifte utanma duygusunun erkeklere oranla kadınlarda daha fazla olduğu vurgulanmıştır.Kadınlar Peygamber diliyle belirlenen sahip oldukları bu güzel hasleti,edeb ve iffetlerini koruyarak en mükemmel düzeye çıkarmalıdırlar.
   Kadın erkek her müslüman önce Hak Tealâ'dan utanmalı,O'nun emirlerini tutup yasaklarından sakınmalıdır.Bunu yapmadan yalnız insanlara karşı hayâlı bir vaziyet almak yeterli değildir.
   Sunduğum bu ve benzeri ayet-i Kerime ve hadis-i şeriflere uygun olarak yaşar,çocuklarımızı da bu doğrultuda yetiştirir,toplum içinde hayâsızlık ve iffetsizliğin önlenmesi için elden geldiğince çaba harcarsak,dinî ve millî bir görevi yerine getirmiş olmanın mutluluğuna erişiriz.Unutulmamalıdır ki,Allah'u Tealâ'nın azâbı,hayâsızlar için olduğu kadar,imkânı olduğu halde hayâsızlığı önlemeye çaba harcamayanlar için de geçerlidir.

          


_______________________________
1-Riyazü's-salihîn Tercemesi,1/311
2-Riyazü's-salihîn Tercemesi,2/96
3-İlâhî Hadisler,sf:17
4-İlâhî Hadisler,sf:44
5-Ahzâb Sûresi,ayet:53
6-Tecrid-i Sarih Terc.12/151
7-Tecrid-i Sarih Terc.12/151
8-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri,500 Hadis,sh:113
Devamını Oku

24.4.11

TEMİZLİK


TEMİZLİK
   İçinde yaşadığımız dünya her varlık,kendi kendini ya da bir diğerini temizlemek suretiyle,tabiatın,dolayısıyla insanın sağlıklı kalabilmesine hizmette bulunmaktadır.
   Hava,ağaçlar sayesinde temizlenmekte;sular,buharlaşıp tekrar yağış olmak suretiyle veya bazı küçük canlılar(mikroorganizmalar)sayesinde arınmaktadırlar.Vücudumuzdaki kan,kalbin ve akciğerin çalışmalarıyla temizlenmektedir.
  İnsanlar,hizmetlerine sunulan tabiata zarar vermedikleri,onu kirletmedikleri ve korudukları sürece ondan azamî derecede yararlanabilirler.
   Ne var ki,tabiata bilinçli ya da bilinçsiz olarak en çok zarar veren yine insanlar olmuştur.Havayı,suyu kirleten,ormanları tahrip eden insanlar,kendilerine ve gelecek nesillere sağlıksız bir hayat hazırlamaktadırlar.İnsanların temizlik kurallarına riayet etmemesi,onlarda sadece bedenî değil,aynı zamanda ruhî dengesizlikler de meydana getirir.Sağlıksız bir beden ve zayıf bir ruh ile insanlar,ne dünyevî ne de uhrevî vazifelerini yerine getirebilirler.
   Dinimizin bize hedef gösterdiği temizlik,çok geniş kapsamlıdır.Beden temizliği,ruh temizliği,elbise temizliği,yiyecek ve içeceklerin temizliği,çevre temizliği gibi hususlar,hep bu alana girerler.Temizliği imandan sayan yüce dinimize gönül vermiş bir kimsenin,oturduğu,çalıştığı,gezip dolaştığı yerleri ve akarsuları kirletmesi düşünülemez.
   Müslüman aynı zamanda ruh temizliğine de en azından maddî temizlik kadar önem verir.Ruhu kötü düşüncelerden,batıl inançlardan,ihtiraslardan,vehimlerden arındırmaya,sevgi ve şefkat duygularıyla donatmaya büyük gayret eder.
Âlemlere rahmet ve insanlığa örnek Sevgili Peygamberimiz,Müdessir Sûresinin 4.ayetinde"Elbiselerini temiz tut"(1)meâlindeki İlâhî buyruğa muhatap olmuş,Bakara Sûresinin 22.ayetinde de ise,temizlenenlerin,Cenab-ı Hak'kın sevgisine erişebilecekleri belirtilmiştir.(2)Maide Sûresinin 5.ayetinde de müslümanların namaz için temizliğe şöyle davet edilmişlerdir:

   "Ey iman edenler!Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi,dirseklerinize kadar ellerinizi,başlarınızı meshedip,topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın.Eğer cünüp oldunuz ise,boy abdesti alın.Hasta,yahut yolculuk halinde bulunursanız,yahut biriniz tuvaletten gelirse,yahut da kadınlara dokunmuşsanız(cinsi birleşme yapmışsanız)ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm adin de yüzünüzü ve(dirseklere kadar)ellerinizi onunla meshedin.Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez;fakat sizi tertemiz kılmak ve size (ihsan ettiği)nimetini tamamlamak ister;umulur ki şükredersiniz."(3)
   Peygamber Efendimizin temizlik konusundaki hadislerinden bazıları da meâl olarak şöyledir:
   "...Allah temizdir,temizliği sever"(49,"Haftada bir gün,başını ve bedenini yıkaması,her müslüman üzerinde Allah'ın hakkıdır"(5),"Sizden biriniz saçı varsa tarayıp,temiz tutsun"(6),"Ümmetime sıkıntı vermekten çekinmeseydim,her namazda misvak yani diş fırçası kullanmalarını emrederdim"(7),"Temizlik imanın yarısıdır.(8)
   Hadis-i Şerifte temizliğin imanla birlikte  anılmasının şüphesiz önemli bir sebebi,Yaratıcı'nın eseri olan tabiatta ve kendi vücudumuza zarar vermekten kaçınmanın ve onları korumanın ancak,Yüce Mevlâ'ya olan sağlam bir imanın göstergesi olduğudur.
   Temizlik imandan sayıldığı gibi,birçok ibâdetlerin kabulünde de şarttır.Nitekim cünüp olan kimse namazdan önce gusul abdesti,cünüp olmayan da abdest almakla yükümlüdür.Bunun gibi abdestsiz olarak Kâbe'yi ziyaret etmek de caiz değildir.
   Resul-i Ekrem(S.A.V.),temizliğin sağlık,sağlığın ise huzurlu bir hayat olduğunu şu meâldeki hadisleriyle bildirmişlerdir:
   "Yemekten sonra eli kirli iken yatağına yatan kimse hastalanırsa,suçu kendisinden başkasında aramasın"(9),"İnsanların çoğunun aldandığı(ve kıymetini tekdir edemediği)iki nimet vardır.Vücut sağlığı,boş vakit"(10),"Temizliğe devam et ki rızkına genişlil verilsin."
   Buraya kadar sunduğum,bizi maddî ve manevî temizliğe davet eden Allah ve Peygamber buyruklarından açıkça anlaşılacağı gibi,temizlik et ve kemik misâlî müslümanın ayrılmaz bir parçasıdır.Zira,imanımızın kemâli,ibadetlerimizin kabûlü,sağlığımızın devamı,rızkımızın bereketi,her yönden tertemiz olmamıza bağlıdır.Bu sebeple ruhumuzu,bedenimizi,evimizi,barkımızı,işimizi,aşımızı ve çevremizi temiz tutmaya gayret etmeliyiz.Böyle yaparsak sağlıklı ve huzurlu yaşayacağımız gibi,Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğunu da kazanabiliriz.



_________________________________________
1-Müdessir Sûresi;ayet:1-7
2-Bakara Sûresi;ayet:222
3-Maide Sûresi;ayet:6
4-Tac Tercemesi,3/304
5-250 Hadis,sf:116
6-250 Hadis,sf:29
7-Tac Tercemesi,1/282
8-Riyazü's-Salihîn Tercemesi,2/366
9-Feyzü'l-Kadir,6/92(Buh.Müs.)
10-Tecrid-i Sarih Terc.12/357
Devamını Oku

22.4.11

BÜTÜN CANLILARA KARŞI MERHAMETLİ OLMALIYIZ


BÜTÜN CANLILARA KARŞI MERHAMETLİ OLMALIYIZ
   Yüce Allah'ın rahmetini ve sevgisini kazandıracak işler arasında,O'nun yarattıklarına karşı merhametli olmak en başta gelir.Merhamet kelimesinin sözlükteki korumak,esirgemek,acımak,yufka yüreklilik gibi çeşitli anlamları vardır.Merhamet etmek;başkasının içinde bulunduğu veya karşılaşacağı üzücü bir durumdan acı duyarak,bu hali önlemeyi istemektir.Toplumda zayıflara sevgiyle yaklaşan,onları koruyan kimselere merhametli;acımasız ve katı yürekli olanlara da merhametsiz denir.
   Cenab-ı Hak'ın koruyan,acıyan ve esirgeyen manalarına gelen Rahman ve Rahim adları,Esma'ü-l Hüsna'dandır.Yüce Mevlâ'mızın kullarına iman,rızık ve sağlık gibi büyük nimetler bahşetmesi,onları koruması ve doğru yola iletmesi,dualarını kabûl ve günahlarını affetmesi,suçlu olanları hemen cezalandırmayıp;yaptıklarından pişmanlık duyarak tövbe-i istiğfarda bulunmaları için kendilerine mühlet tanıması ve diğer canlıları rızıklandırması,O'nun rahmetinin gereğidir.Yüce Allah'ın rahmeti geniştir,her şeyi kuşatır."Bizim sahip olduğumuz her nimet Cenab-ı Hakk'ın rahmet ve şefkatinin bir eseridir."(1)
   Bir hadis-i şerifte bildirildiğine göre:Allahu Teâlâ rahmetini yüz parça yapıp,doksan dokuz parçasını kendi yanında tuttu,bir parçasını yeryüzüne indirdi.İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün mahlûkat birbirlerine acırlar(birbirlerini severler.)Hatta kısrak,(yavrusunu emzirirken)dokunur korkusuyla bir ayağının tırnağını yukarı kaldırır.(2)
   Yüce Rabbimiz'in kullarına olan şefkat ve merhameti bir Kudsî hadiste meâl olarak şöyle açıklanmıştır:
   "Kim bir iyilik yapmağa niyetlenir de yapamazsa,Cenab-ı Hak onu kendi nezdinde tam bir iyilik olarak yazar.Eğer hem niyetlenir hem de o iyiliği yaparsa on iyilik sevabı yazar ve bu sevâbı yedi yüz ve daha fazlasını çıkarır.Kim de fenalık yapmağa niyetlenir de sonra vazgeçerse,Allahu Teâlâ onun için tam bir iyilik sevâbı yazar.Eğer fenalığı kasteder de işlerse,onu,bir günah olarak yazar."(3)
   Cenab-ı Hakk'ın rahmetine erişebilmek için O'nun mahlûkatına karşı merhametli ve şefkatli olunması gerekir.Nitekim bir Kudsî hadiste:
   "Rahmetime erişmek istiyorsanız,yarattıklarıma şefkatli ve merhametli davranınız"(4)buyrularak,başkalarına karşı acımasız ve katı yürekli olan,yalnız kendisini düşünen,şahsi çıkarları uğruna başkalarını zarara uğratan ve perişan eden bir kimsenin İlâhî rahmete lâyık olamayacağına işaret edişmiştir.
   Şefkat,merhamet ve sevgiye en çok lâyık olanlar arasında şüphesiz,geçinmekte sıkıntı çekenler,zayıflar,güçsüzler,kimsesizler,yaşlılar ve çocuklar en önde gelirler.Yapılan bir iyilikten yararlanabilmek için,o iyiliğin bir karşılık beklemeden,riyasız ve yalnız Allah rızası için yapılmış olması gerekir.Yoksa,görsünler,desinler diye para ve mal harcamak,yapmacık sevgi gösterilerinde bulunmak,insana bir şey kazandırmaz.Bu noktada şu kudsî hadisler ne kadar anlamlı ve düşündürücüdür:
   "Her kim,yarattıklarımdan korunmaya muhtaç olan zayıf birine iyilik eder ve o kimsenin mukabele edecek bir şeyi bulunmazsa,onun mükâfatını bizzat ben veririm(ona nimet verir,iyilikte bulunurum)."(5),"ben muhakkak önünde sonunda zalimden mazlumun intikamını alırım.Yine,haksızlığa uğrayan birini görüpte ona yardım etmeye gücü yettiği halde,yardımını esirgeyen katı kalpli kimseden de mazlumun intikamını alırım."(6)
   İnsanları olduğu kadar,İlâhî birer emânet olarak hizmetimize sunulan hayvanları korumak,sevmek,ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara eziyet etmemek de görevimizdir.Nitekim kendinin hakkına riayet etmediği için bir kadın'ın Cehennem'e gittiği hadis-i şerifte haber verilmiştir.
  Fertler arasında sevgi ve bağlılık tesis eden merhamet duygusu,toplumun huzur ve güveninin sağlanmasında önemli bir etkendir.
   "Ey Muhammed!Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdir"(7)meâlindeki yüce İlâhi buyruğuna muhatap olan Sevgili Peygamberimiz,gönderilmesindeki hikmet doğrultusunda müminlere tavsiyelerde bulunmuş,bu tavsiyeleri kendi hayatında da uygulayarak müslümanlara örnek olmuştur.Bir ayet-i Celilede meâlen:
   "Allah'ın rahmetinden dolayı,Ey Muhammed,sen onlara karşı yumuşak davrandın.Şayet sen kaba,katı yürekli olsaydın,hiç şüphesiz,etrafından dağılıp giderlerdi..."(8)buyrularak Hz.Peygamberin yumuşak huyluluğu ve bunun İslâmiyet'in kısa zamanda yayılmasına etkisi belirtilmiştir.
   Allah Elçisi,Uhud savaşında yüzünü yaralayan ve dişini kıran düşmanlara beddua etmesi kendisinden istendiğinde"Ben lânetçi olarak değil,Allah'ın yoluna davetçi ve rahmet olarak gönderildim"(9)şeklinde düşmanlarına bile hayır duada bulunmuşlardı.
   Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi,İslâmiyet bir şefkat,merhamet,lütf ve ihsan dinidir.Ancak yumuşaklılık ve tatlılıkla halledilmesi mümkün olmayan bazı hususlarda dinimizde sertlik ve şiddete de izin verilmiştir.Mesela:Vatana karşı saldırıya geçen düşmanlarla savaşmak ve kutsal değerlere saldırıları zararsız hale getirmek müslümanların vazgeçilmez görevlerindendir.Savaşmak zorunda kalan müslümanlar,karşılarındaki düşmanlara bile güzel davranmayı bir görev bilirler.Onları barış ve uzlaşmaya taraf görünce savaşmaktan vazgeçerler.Aldıkları harp esirlerine kaba ve sert davranmazlar.Yaptıkları işlerden ve cinayetlerden  dolayı idamları gereken kimselere,bu cezayı fazla zahmet vermeden uygulamaya çalışırlar.
   Sözün özü;Hakkında Allah Teâlâ'nın"Resûlüllah'ta sizin için uyulması gerekli güzel örnek vardır."(10)buyurduğu Sevgili Peygamberimizin hayatı ve tavsiyeleri her zaman,işlerimizde ve davranışlarımızda rehberimiz olmalıdır.O yüce Peygamber'in"Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz"(11)meâlindeki hadislerine uyup bütün yaratılmışlara karşı merhametli ve şefkatli olmalıyız ki,Cenab-ı Hakk'ın rahmetine ve Habibi'nin sevgisine nail olabilelim.

_____________________________________
1-Nahl Sûresi;ayet:53
2-Tecrid-i Sarih Terc.12/126
3-İlâhî Hadisler,sf:15
4-İlâhî Hadisler,sf:32
5-İlâhî Hadisler,sf:33
6-İlâhî Hadisler,sf:42
7-Enbiya Sûresi;ayet:107
8-Âl-i İmran Sûresi;ayet:159
9-Şerh eş-şifa sh:237
10-Ahzab Sûresi;ayet:21
11-Tecrid-i Sarih Terc.12/129
Devamını Oku

İSLÂMDA IRK VE SINIF AYRIMI YOKTUR


İSLÂMDA IRK VE SINIF AYRIMI YOKTUR
   Yüce dinimiz,inanan herkesi kardeş kabûl etmiş,hiçbir kimseye sahip olduğu dil ve renk ya da mensup olduğu ırk ve sosyal sınıf sebebiyle imtiyaz tanımadığı gibi,kimseyi de hor görmemiştir.Farklı toplumlarda ve farklı iklim şartları altında ortaya çıkan değişik dış görünümler,imkân ve yetenekler Allah katında ne bir değer kazandırır,ne de kaybettirir.Erkekle kadının,zenginle fakirin insan olarak birbirlerine karşı bir üstünlükleri yoktur.Üstünlük ancak,imanla ve imandan kaynaklanan hak ve görevleri yerine getirmekle elde edilebilir.
   Nesil,zürriyet ve soy mânalarına gelen ırk kavramı,öğünmek için değil,birbirini  tanımak maksadıyla kullanılmalıdır.Yüce kitabımızda soy-sopla öğünmenin,gururlanmanın yersiz ve anlamasız olduğu,bütün insanların Hz.Âdem ile Hz.Havva'dan dünyaya gelmiş olmaları sebebiyle eşit oldukları,kişinin,ana-babasına göre değil,iman ve ameline göre değer kazanacağı meâl olarak şöyle hatırlatılmıştır:
   "Ey inanalar!Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık.Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız,O'ndan en çok korkanınızdır.Şüphesiz Allah bilendir.Her şeyden haberdardır."(1)
   Resûl-i Ekrem(S.A.V.)de bu konuda meâlen şöyle buyurmuşlardır:
   "Ey insanlar!Rabbiniz bir,babanız birdir.Arap'ın Arap olmayana,Arap olmayanın da Arap'a üstünlüğü yoktur.Keza kırmızının beyaza,beyazın da kırmızıya karşı üstünlüğü yoktur.Üstünlük ancak takva iledir."(2)Allah Elçisi'nin hayatı,bu hadislerinin uygulamalarıyla doludur.Bunlardan birkaç örnek sunmak isterim:
   Habeşistanlı bir zenci olan ve kölelikten gelen Bilâl(R.A.)müslüman olunca,Hz.Peygamber'in müezzini olma şerefine erişmiş ve İslâm'a bağlılığı sebebiyle Resulüllah'ın:"Ya Bilâl!Cennet'te,önümde nalınlarının takırtısını işittim."(3)meâlindeki yüce taltiflerine nail olmuştur.Sevgili Peygamberimiz,İran'dan gelen Selman(R.A.)'ı İslâm'a sadakatinden ve hizmetinden dolayı Ehl-i Beyt'inden saymıştır.Medine'nin düşmanlardan nasıl korunması gerektiği hususunda Hz.Peygamber'in ashabıyla yaptığı müzakerede,Selman(R.A.)'ın şehrin etrafına hendek kazılarak korunması önerisi benimsenmiş ve uygulanmıştır.Kölelikten gelen Üsame(R.A.)da İslâm ordusunun başkumandanlığına yükselmiştir.Onların taşralı ve başka bir ırktan olmaları ya da kölelikten gelmeleri bu şerefe ulaşmalarına mani olmamıştır.
  
 Öte yandan Resulüllahla aynı ırktan ve beldeden olmalarına rağmen As Bin Vail,Ebu Cehil ve Resulüllah'ın amcası Ebu Leheb gibi bedbahtlar,Hz.Peygamber'e olan hasedleri ve İslâmiyet'e olan düşmanlıkları yüzünden İlâhi azara uğramışlardır.
   Dinimiz,kimseye mensup olduğu ırktan ya da sahip olduğu siyasî ve ekonomik imkânlardan  dolayı imtiyaz tanımadığı gibi,fert ya da toplum olarak kimsenin kendini başkalarından üstün görmesine,başkalarına yukarıdan bakmasına ve başkaları hakkında ulu orta konuşmasına da izin vermez.Bu konudaki İlâhî ihtar meâl olarak şöyledir:
   "Ey müminler!Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın.Belki de onlar,kendilerinden daha iyidirler.Kadınlar da kadınları alaya almasınlar.Belki onlar kendilerinden daha iyidirler.Kendi kendinizi ayıplamayın,birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir!Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir."(4)
  İslâmiyetten önce kadına gereken değer verilmemiş ve o,her türlü insan haklarından mahrum bırakılmış,horlanmış ve âdeta alınıp satılan  bir mal gibi görülmüştür.Arabistan'da o zamanki cinsiyet ayrımına yani kadını erkekten aşağı görme zihniyetine Kur'an-ı Kerim'de şöyle işaret edilmiştir:
 "Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir.","Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir.Onu,aşağılık duygusu içinde yanında mı tutsun,yoksa toprağa mı gömsün!Bakın ki,verdikleri hüküm ne kadar kötüdür!"(5)
   Yüce dinimiz gelir gelmez,dünyanın her tarafında görülen kadın-erkek ayrımına da son verilmiştir.İslâmiyet'in kadına verdiği önemi ve tanıdığı hakları konu alan bazı ayet-i Kerimeler meâl olarak şöyledir:
   "Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi,kadınlarında erkeklerin üzerinde belli hakları vardır..."(6),"Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir.Onlar iyiliği emreder,kötülükten alıkorlar,namazı dosdoğru kılarlar,zekâtı verirler,Allah ve Resûlüne itaat ederler.İşte onlara Allah rahmet edecektir.Şüphesiz Allah azizdir,hikmet sahibidir."(7)Yüce Peygamberimiz'in:
   "Kim iki kız çocuğunu erginliğe erişinceye kadar yetiştirirse,Kıyamet gününde onunla beraber olacağız"(8),"Cennet anaların ayakları altındadır."(9)meâlindeki hadisleri de İslamiyet'te kadına verilen önemin açık belgeleridir.
   Sözün özü,dinimiz insanı ırkına,diline,rengine,şekline,cinayetine,mal varlığına,mensup olduğu sosyal sınıfa göre değil,İslâmî ve insanî hasletlerine göre değerlendirir.Öyleyse Cenab-ı Hak'kın emirleri doğrultusunda yaşayarak rızasına erişmeye gayret etmeliyiz.Unutmamalıyız ki,Allah katında en değerlimiz,O'na karşı gelmekten en çok sakınanımızdır.

__________________________________
1-Hucurât Sûresi;ayet:13
2-Ahmed Bin Hanbel Müsnedi,5/411
3-Tac Tercemesi,3/678
4-Hucurât Sûresi;ayet:11
5-Nahl Sûresi;ayet:58-59
6-Bakara Sûresi;ayet:228
7-Tevbe Sûresi;ayet:71
8-Riyazü's-Salihin Tercemesi,1/311
9-Keşfü'l-Hafa,1/335
Devamını Oku

19.4.11

FATİHA SÛRESİNİN FAZİLETİ


FATİHA SÛRESİNİN FAZİLETİ
   Allah'a olan kulluk görevlerimiz arasında namaz ibâdetinin önemli bir yeri vardır.Bir hadis-i şerifte meâlen:
   "Kıyamet gününde kula ilk sorulacak şey namazdır.O iyi olursa,diğer amelleri de iyi olur.O bozulursa diğer amelleri de bozulur"(1)buyrulmuştur.
   Her gün kıldığımız beş vakit namazın her re'atında okuduğumuz Fatiha Sûresi meâl olarak şöyledir:
   "Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.Hamd(övme ve övülme),âlemlerin Rabbi,Rahman,Rahîm ve din gününün sahibi Allah'a mahsustur.(Rabbimiz!)Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Sen'den medet umarız.Bizi doğru yola,nimete erdirdiğin kimselerin,gadaba uğramıyanların,sapmayanların yoluna eriştir."(2)
   Hem Fatiha'nın,hem de Fatiha okuyan kimsenin fazileti bir kudsî hadiste meâl olarak şöyle belirtilmiştir:
   Allahu Teâlâ:"Ben(namaz sûresi olan)Fatiha'yı benim ile kulum arasında ikiye böldüm.(Yarısı benim,yarısı kulumundur.)Kulumun istediği hakkıdır,verilecektir."buyurdu.Bir kul "Elhamdülillahi Rabbil'alemîn:Bütün hamd ü senâ âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur"dediği zaman,Allahu Teâlâ:"Kulum bana hamdetti"der.kul:"Errahmanirrahîm"dediğinde,Allah:"Kulum beni umumî ve hususî merhametle andı,bana senâ etti"der.Kul:"Mâliki yevmiddîn"yani(Allah)"hesap ve ceza gününün sahibi ve hakimidir"dediğinde,Cenab-ı Hak:"Kulum beni şeref ve yücelikle ifade eden kelimelerle andı"der.(Buraya kadar hep kulun Allah'ı methü senâsı ile geçer.Bundan sonraki ayetler hep kula aittir.)
  
Namaz kılan:"İyyâke na'budu ve iyyâke neste'în:İlâhî!Biz yalnız Sana ibâdet eder ve yalnız Sen'den yardım dileriz"deyince,Allahu Teâlâ:"Bu işi benim ile kulumun arasındadır.(ibâdet bana,yardım da kuluma aittir.)Kulumun istediği verilecektir"der.Namaz kılan kul:"İhdinassıratelmüstakîm.Sırâtellezine en'amte aleyhim.Gayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn:"Bizi doğru yola nimete erdirdiğin kimselerin,gadaba uğramayanların,sapmayanların yoluna eriştir yâ Rabbî!"dediğinde,Cenab-ı Hak:"Bu dilek kula aittir.Ona istediği verilecektir."buyurdu.(3)
   Görüldüğü gibi bu kudsî hadiste Cenab-ı Hak Fatiha okuyan kuluna "Benim kulum"diyerek onu kendi zâtına izâfe kılmış ve ona büyük bir şeref bahşetmiştir.Bir hadis-i şerifte de:
   "Kur'andaki Sûreler'in(sevap cihetiyle)en büyük namazda tekrarlanan ve yedi ayetten ibâret olan Fatiha Sûresi'dir"(4)buyrulmuştur.
   Fatiha Sûresi'nde geçen bazı terim,terkip ve ayetler tercüme ve tefsir kitaplarında şöyle açıklanmakta ve yorumlanmaktadır:Fatiha'daki yedi ayetten ilki olan besmele"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla(başlarım,okurum)"demektir.Bu bakımdan Kur'an-i Kerim'e her türlü güzel övgüye lâyık olan Allah'a hamd ile başlanmıştır."Rab"varlık âlemlerini yaratan,terbiye eden,maddî ve manevî olgunluğa erdiren(Allah)demektir."Âlemlerin Rabbi"terkibi ise bazı tahrife uğramış dinlerdeki millî tanrı görüşünü reddeder."Rahman ve Rahîm"Cenab-ı Hakk'ın isimlerinden  olup,birincisi dünyada iman eden,etmeyen herkesi ve her mahlûku,ikincisi ise yalnız iman edenleri ahirette koruyan demektir."Yevmiddîn"hesap günü,ceza günü,herkesin dünyada yaptığının karşılığını göreceği ahiret günüdür."İyyâke na'budu ve iyyâke nesta'in:Yalnız Sana kulluk eder,yalnız Sen'den yardım dileriz"ayet-i Celile'si,her türlü putperestliği reddeder.İnsan denilen en şerefli ve saygı değer varlığın,kendisi gibi bir insana  ya da ağaç,hayvan,ateş,güneş ve ay gibi kendisinden aşağı birine kulluk etmesine ve onlardan medet ummasına Cenab-ı Hak izin vermez.O,kötü âdetlerin,batıl inançların,hurafelerin ve zararlı ideolojilerin önüne bir sed çeker;insana insan olduğunun hikmetini öğütler."İhtinassırâtelmüstekîm"diyerek Allahu Teâlâ'dan ulaşılması niyaz edilen doğru yol, "Bana kulluk edin,işte doğru yol budur"(5)meâlindeki İlâhi buyruğunda belirlenmiştir."Sıratellezîne en'amte aleyhim"de işaret edilen doğru yola ermiş gerçek nimet sahipleri,bir ayet-i Kerimede meâl olarak şöyle bildirilmiştir:
   "Kim Allah'a ve Peygamber'e itâat ederse işte onlar,Allah'ın kendilerine nimetler verdiği Peygamberlerle,sıddıklarla,şehidlerle ve iyilerle beraberdirler.Onlar ne iyi arkadaştırlar."(6)
   Fatiha'da sözü edilen gadaba uğrayanlar,hakkı inkâr edip maddeye tapanlardır;sapıklar ise,İlâhi sınırları aşıp Allah'a ortak koşanlardır.Bir hadis-i şerifte:
   "Gadaba ermiş olanlar yahudiler;sapıtmış olanlar da,hristiyanlardır"(7)buyrulmuştur.
   Elmalı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur'an Dili adlı tefsirinde bu konuda şöyle diyor: "Yahudiler daha nice zman önce dünya sevgisi ve bencillik ile Tevrat'ın hükümlerini ihmâl ve tahrif ederek Hak yolundan bile bile ayrılmışlar,nice Enbiya-i Kiram'a,özellikle Zekeriyya,Yahya ve İsa aleyhismusselâma olan haksızlıklarıyla da hem Allah'ın gadabını ve hem halkın nefretini kazanmışlardı.Hristiyanlar,yahudiler gibi kavmiyyet çemberine sıkılmış değillerdi.(millî tanrı inançları yoktu.)Fakat Tevhid inancını bırakıp,teslis akîdesine saplanmışlar ve en adi müşrikler gibi putlar içinde kalmışlardı..."(8)
   Sözün özü;Fatiha Sûresi'nin fazîleti çok büyüktür."Mü'minin mi'racı"ve "Dinin direği"sayılan namaz ibâdeti onunla gerçekleşebilmektedir.Kur'an'ın anası kabûl edilen Fatiha Sûresi'ni çok iyi anlamalıyız ki,namazımızı ne dediğimizin ve istediğimizin bilincinde olarak kılabilelim ve hayatımızı Fatiha'daki İlâhî sırlar doğrultusunda yönlendirebilelim.


__________________________________
1-Kenzu'l-irfan,sh:21
2-Fatiha Sûresi;ayet:1-7
3-Kırk Kudsî Hadis,sf:5-6
4-Kırk Kudsî Hadis,sf:6(Buharî)
5-Yâ-Sin Sûresi;ayet:61
6-Nisa Sûresi;ayet:69
7-Tac Tercemesi,4/70
8-Elmalılı Tefsiri,1/140
Devamını Oku

17.4.11

DİNİMİZİN İRŞADA VERDİĞİ ÖNEM



DİNİMİZİN İRŞADA VERDİĞİ ÖNEM
   Başkalarını muhtaç oldukları hususlarda uyarmak,onlara yol göstermek ve yardımcı olmak her müslümanın görevidir.Liyâkatı ve imkânı olduğu halde bu görevi yerine getiremeyenler manevî sorumluluktan kurtulamazlar.Kur'an-ı Kerim'de meâlen:
   "İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız,Resûl'un de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık..."(1),"Aranızdan yalnız zâlimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının,Allah'ın azâbının şiddetli olduğunu bilin."(2)buyrularak bize,hak ve gerçekleri savunmamız bildirilmiş;bunun ihmâlinden dolayı doğacak fitnenin sadece kötülük yapanlara değil,hepimize dokunacağına dikkat çekilmiştir.Bu konudaki hadislerden bazıları da meâl olarak şöyledir:
  "Bir kötülük gizli kaldığı vakit,zararı yalnız sahibine olur.Açıkta yapılıp,çevre tarafından değiştirilmediğinde ise,zararı o toplumun bütün fertlerine dokunur"(3),"Dikkat ediniz!Vallahî ne pahasına olursa olsun,iyiyi emredecek,kötüyü ise yasaklamaya çalışacaksınız,zalimin zulmünü önlemeye gayret edeceksiniz,onu Hakk'a bağlayacaksınız.Yoksa,Allah Teâlâ kalblerinizi karartacak ve İsrailoğullarını lânetlediği gibi,sizi de lânetliyecektir."(4)
   İnsanları kötü alışkanlıklarından vazgeçirmek ciddî ve zor bir iştir.Bunda ancak bilgili,sabırlı,ihlâslı olarak çok çalışmakla başarıya ulaşabilir.Bir ayet-i Celilede meâlen:
"Sizden hayra çağıran,iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun..."(5)buyrulmuş ve irşadın bir ihtisas işi olduğuna,toplumda bunun için yetiştirilmiş bilgili elemanların bulunması gerektiğine işaret edilmiştir.İrşad konusundaki Lokman aleyhisselamın oğluna şu nasihatı ne kadar anlamlı ve ibret vericidir.
   "Ey Oğulcuğum!Namazı kıl,iyiliği emret,kötülükten vazgeçirmeye çalış,başına gelenlere sabret.Doğrusu bunlar,azmedilmeye değer işlerdir."(6)
   İrşad görevi yapacak kimselerde olduğu gibi,irşad edilecek ve uyarılacak insanlar arasında da ilim,kültür ve hatta inanç farklılıkları olabilir.Kur'an-ı Kerim'de meâlen:
   "(Resûlüm!)Sen,Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et..."(7)buyrularak,irşad ve davetin üç yolu bildirilmiş,aydın kişilerin ilim ve hikmetle;inanan halk tabakasının güzel öğüt ve çekici misallerle;inkar,şüphe,azgınlık ve aşırılık içinde olanların ise,günün şartlarına ve metodlarına göre mücadele yolunun en güzeliyle hak yola çağrılması emredilmiştir.Mürşit,öğüt ve nasihatlarında:
   "Haklı olduğu halde mücadele ve münakaşaya terkeden kimse için Cennet'in etrafında bir köşk kurulur."(8),"Kolaylaştırınız,güçleştirmeyiniz,müjdeleyiniz,nefret ettirmeyiniz."(9)gibi hadis-i Şeriflere uyup karşısındakini kırmamalı,ona kalbi yumuşatıcı,gönle nüfuz edici mahiyette uyarıda bulunmalı,Allah'ın azâbı yanında rahmetinin de bol olduğunu ve ihlâsla tövbe edenlerin bağışlanacağını hatırlatmalıdır.
   İyiliği emretmek,kötülükten sakındırmaya çalışmak zordur.Ama,zorluğu kadar onun Allah katındaki mükâfatı da büyüktür.Bir ayet-i Kerimede:
   "Siz,insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz;iyiliği emreder,kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız..."(10)meâlinde Hz.Muhammed'in ümmeti olan biz müslümanlar övülürken,buna sebep olarak,irşad görevimizi yerine getirmemiz gösterilmiştir.
   Yüce Peygamberimiz de irşadın önemini ve mükâfatını bazı hadislerinde meâl olarak şöyle bildirilmiştir:
  "Üç haslet vardır ki,müslümanın kalbinde kin ve nefret bırakmaz:Allah'a samimiyetle ibâdet etmek,müslümanlar hakkında nasihatkâr olmak ve bir de onların cemaatından ayrılmamak.''(11),''Kim bir iyiliğe çağırırsa ona uyanların sevabı  kadar ecir kazanır;bu,ona uyanların sevabından bir şey eksitmez.Kim de bir kötülüğe çağırırsa ona uyanların günahları kadar günah kazanır;yine bu,onların günahlarından bir şey eksitmez."(12)
   Toplumda öyle sâlih kişiler vardır ki,"her nimetin şükrü kendi cinsinden olur"kuralına uyarak,yeri geldikçe Allah'ın kendilerine bahşettiği ilimden başkalarını yararlandırmaya çalışırlar.Allah sevgisinden,Allah'a olan kulluk görevlerinin yerine getirilmesinden,yardımlaşmanın,birlik ve beraberliğin öneminden bahsederler.Öfkenin,dalgınlığın,zararlarını anlatarak bunlardan sakınılmasını öğütler.Böylesi kimseler bir hadis-i Şerifte,etrafagüzel koku yayan ıtrıyatçıya benzetilmiş;ıtrıyatçının geçtiği yerlerde güzel kokuların etrafa yayıldığı gibi,salih ve erdemli kişilerle düşüp kalkanların da onların sohbetlerinden ve güzel davranışlarından yararlanacaklarına dikkat çekilmiştir.(13)   Buna karşılık yaldızlı,kandırıcı sözleri ve davranışlarıyla süret-i haktan(temiz yürekli)görünüp,din ve ahlâk kurallarına,güzel örf ve âdetlere ters düşen şeyleri uygarlığın ve ilerlemenin bir gereği gibi göstererek,gafil kimseleri kendi içinde bulundukları sapıklığa sürüklemeye çalışan ikiyüzlü kimseler de vardır.Böyleleri için Allah Elçisi bir hadislerinde meâlen:
"Ümmetim hakkında çok korktuğum hususlardan biri de kandırıcı söz sahibi bilgiç münafıktır."(14)buyurarak,bunları tanıyıp,şerlerinden sakınılmasını öğütlemişlerdir.
   Buraya kadar sunduğumuz ayet-i Kerime ve hadis-i Şeriflerden de açıkça anlaşılacağı gibi,dinimiz irşada büyük önem vermektedir.Cenab-ı Hak hepimizi emirlerine uyan,başkalarını iyiliğe çağıran,kötülükten sakındırmaya çalışan kullarından eylesin.



___________________________________
1-Bakara Sûresi;ayet:143
2-Enfal Sûresi;ayet:25
3-Tac Tercemesi,5/404
4-Tac Tercemesi,5/403
5-Al-i İmran Sûresi;ayet:104
6-Lokman Sûresi;ayet:17
7-Nahl Sûresi;ayet:125
8-Tirmizi,Birr:58;İbn-i Mace Mukaddime:7
9-Tac Tercemesi,1/108
10-Al-i İmran Sûresi;ayet:110
11-İbn-i Mace,Mukaddime:18
12-250 Hadis sf:111
13-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri 500 Hadis sh:235
14-Ö.N.Bilmen,Hikmet Gonceleri 500 Hadis sh:7
Devamını Oku

15.4.11

BERAT GECESİ


BERAT GECESİ
   Berat sözcüğü aklanma,temize çıkma,suç ve cezadan kurtulma gibi manalara gelen Beraet kelimesinin kısaltılmış şeklidir.Bu bağlamda müminlerin günahalrdan kurtuluşuna ve arınmasına vesîle olan Şa'ban ayının on beşinci gecesi Berat Gecesi denmiştir.Bazı müfessirler Duhan Sûresinde:
   "Katımızdan bir emirle her hitmetli işe o gecede hükmedilir..."(1)mealinde bildirilen gecenin,Berat Gecesi olduğunu söylenmişlerdir.Meselâ:İbn-i Abbas (R.A)'a göre"Cenab-ı Hakk'ın(amel,rızık,hayat,ölüm ve benzeri)bütün kazaları Şa'ban ayının on beşinci gecesinde görevli meleklere teslim edilir."Bazılarına göre:
   Berat Gecesinden itibaren bir yıl içinde vukû bulacak olayların nüshalarının ilgili melekler tarafından Levh-i Mahfuzdan çıkarılmasına başlanır ve bu,Kadir Gecesi'nde tamamlanır.Rızıklarla ilgili nüsha Mikâil(A.S)'a,ibâdetlere ait  nüsha İsrafil (A.S.)'a,ölümle ilgili nüsha da Azrail(A.S.)'a teslim edilir."(2)
   Berat Gecesi,mühim olaylara sahne olması sebebiyle,kudsiyet ve şeref kazanmıştır.Cenab-ı Hak bu gecede rahmetini ve mağfiretini arttırır.Nitekim Resul-i Ekrem(S.A.V),bu geceyi Hz.Aişe validemize tanıtırken şöyle buyurmuşlardır:
   "Bu gece Şa'ban'ın on beşinci gecesidir.Allah Teâlâ bu gecede,Beni kelp kabîlesi koyunlarının tüyleri saysı kadar kimseyi Cehennem'den azâdeder.Fakat bu gecede kendisine şirk koşanların,müslümanlara karşı kin ve düşmanlık besleyenlerin,akrabaları ile münâsebeti kesenlerin,hayat ve ihtişamlarına mağrur olanların,ana ve babalarına isyan edenlerin yüzüne bakmaz."(3)
   Berat Gecesinde yapılan ibâdet ve tâatin sevabı büyüktür.Bu gece,bir muhasebe zamanı olarak değerlendirilmeli;tevbe,ibâdet ve zikirle ihya edilmelidir.Ali İbn-i Ebi Talip(R.A)'ın rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz şöyel buyurmuşlardır:
   "Şa'ban ayının on beşinci gecesi olduğu zaman,o geceyi ibâdetle ihya ediniz ve gündüzünü oruçlu geçiriniz.Zira Allah Teâlâ o gece güneş doğuncaya kadar dünya âlemine rahmet nazarı ile tecelli eder ve buyurur ki:"Yok mudur istiğfar eden,mağrifet edelim?Yok mudur rızık isteyen,rızıklandıralım?Yok mudur dert ve musibete düçar olan,şifasını verelim?Daha ne gibi dilekleri olanlar varsa istesinler verelim."(4)Hz.Peygamber,bu mübârek geceyi ibâdetle geçirmiş ve kıldığı namazın secdesinde şöyle dua etmiştir:
   "Allah'ım!Azâbından affına,gazâbından rızâna sığınıyor,Sen'den yine Sana iltica ediyorum.Sana gereği gibi hamdetmekten âcizim.Sen,kendini senâ ettiğin gibisin."(5)
   Sevgili Peygamberimiz Ramazandan sonra en çok oruç tuttukları ay Şa'ban ayıdır.Bunun sebebi kendilerine sorulduğunda Allah Elçisi:
   "Ameller ve yapılan ibâdetler bu ayda Allah'a sunulur,benim amelimin de ben oruçlu iken Allah'a sunulmasını istediğimdendir."buyurmuşlardır.
   Resûl-i Ekrem'e şefaat hakkının tamamının verildiği Berat Gecesi,Kâbe'nin müslümanların kıblesi oluşunun yıl dönümüdür.Bu mübârek gecede,zemzem suyunun her günküne nisbetle artması İlâhî bir âdettir.
   Buraya kadar sunduğumuz ayet-i Kerime ve hadis-i Şeriflerden açıkça anlaşılacağı gibi,Berat Gecesi'nin fazileti pek büyüktür.Bu ve benzeri gün ve geceler,içine düşebileceğimiz gafletten ve tembellikten bizi kurtaracak çok önemli İlâhî ikazlar ve lütuflardır.Bağışlaması bol Rabbimizin,dergahına yönelen kullarının affına vesîle kıldığı bu seçkin zamanları değerlendirip bol bol hayırlar yapmalı,güzel ameller işlemeli,tevbe ve istiğfarda bulunmalıyız.Yüce Kitabımızda:
   "İzzet ve şeref isteyen kimse bilsin ki,izzet ve şerefin hepsi Allah'ındr.Güzel sözler O'na yükselir,o sözleri de yararlı iş yükseltir...(6)buyrularak,gerçek azizliğin,şan ve şerefin,iman temeli üzerinde yükselen güzel,nesihi sözlerle ve iyi,yararlı amellerle meydana geleceği bildirilmiştir.
   Bu geceye mahsus özel bir ibâdet yoktur.Ancak,kaza ve nâfile namaz kılınır,dua ve tevbe edilir,Kur'an okunur,gündüzünde de oruç tutulur.Büyükler ziyâret edilerek duaları alınır.Çocuklara bu gecenin önemi anlatılarak onların da bu geceyi ibâdetle geçirmeleri sağlanır.Çevrede bulunan fakirlere,yoksullara ve kimsesizlere yardım eli uzatılır.Ölüler rahmetle anılarak ruhları şâd edilir.Komşularla tebrikleşilerek karşılıklı duada bulunulur.
   Böyle yapıldığı takdirde geceyi ihyâ etmiş olmanın yanında kardeşlik duyguların güçlenmesine de hizmet edilmiş olur.


________________________________
1-Duhân Sûresi;ayet:4-5
2-H.B.Çantay;Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim,sf:881.Dipnot:6
3-Et-Terğib ve't-Terhib,Mısır 1933,2/239
4-Et-Terğib ve't-Terhib,Mısır 1933,2/242-243
5-Et-Terğib ve't-Terhib,Mısır 1933,2/242
6-Fatır Sûresi;ayet:10
Devamını Oku