Cevat Sağlam



24.2.11

TİCARETİN ÖNEMİ VE TİCARETİN AHLÂKI



TİCARETİN ÖNEMİ VE TİCARETİN AHLÂKI
  Fert,aile ve toplumun huzur ve güvenliğinde ekonominin rolü büyüktür.İktisadî gelişmenin ve kalkınmanın başta gelen vasıtası ise ticarettir.Bu sebepledir ki,dünya milletleri ticarî alanda adeta yarışmakta ve bu uğurda bütün imkânları kullanmaktadırlar.
 İnsanın mutluluğunu hedef alan dinimiz,koyduğu prensiplere uygun olarak yapılacak ticareti övmüş,hukuk ve ahlâk kurallarına ters düşen,tarafların karşılıklı rızasına dayanmayan alışverişi kesinlikle yasaklamıştır.Nitekim Kur'an-ı Kerim'de,mallarımızı aramızda haksızlıkla değil,karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yememiz ve haram ile nefsimizi mahvetmememiz emredilmiş,(1)bir hadis-i şerifte emniyetli ve doğru tacirlerin Kıyamet gününde Peygamberler,Sıddıklar ve Şehidlerle birlikte diriltileceği haber verilmiştir.(2)Sevgili Peygamberimiz,
  "Korkak tacir mahrumiyet içinde kalır,cesur olan tacir ise rızıklanır"(3)mealindeki hadisleriyle de müminlerin ticarette atılıma teşvik etmiş,Medine'ye hicretlerinde İslâmiyet'i yayma,ilim öğretme gibi en önemli görevler yanında,müstakil bir İslâm pazarı da kurmuştur ki,bütün bunlar O'nun ticaret ve iktisada verdiği önemi sergiler.
  Her işte olduğu gibi ticarette de başarılı olmanın sırrı doğruluktur.Verdiği sözleri ve taahhüdlere bağlı kalmayan bir tacir,işini ve toplumdaki değerini kaybedebileceği gibi,Yüce Rabbimizin,"Ey iman edenler!Akitleri(n gereğini)yerine getiriniz"(4)emirlerine de ters düşmüş olur.
  Kusurlu bir mal özrü gizlenerek satılmamalıdır.Zira,böyle bir satıştan sağlanacak kazanç helâl olmadığı gibi,bunun bereketi de yoktur.Bu hususa değinen hadis-i şeriflerden bazıları meal olarak şöyledir:
  "Bir kimsenin,malındaki özrü açıklamadan onu satması ve bu özrü bilenin de onu açıklamaması helâl değildir."(5)"Alışveriş sırasında tarafların iki seçeneği vardır.Şayet doğru olup da sattıkları şeyin özrünü açıkça beyan ederlerse,satışlarında bereket olur.Yalan söyler ve sattıkları şeyin özrünü gizlerlerse,satışlarının bereketi yok olur."(6)
   Bir gün Sevgili Peygamberimiz,yiyecek maddesi satan birine uğrar,elini çuvala daldırır,altındaki ıslaklığı farkedince "Bu nedir?"diye satıcıya sorar,"yağmurdan"cevabını alınca"Herkesin görmesi için ıslak tarafı üste koyamaz mıydın?"der ve sonra "Bizi aldatan bizden değildir"(7)buyurur.
  Kıyamet günü,bu dünyada işlediklerinin hesabını vereceğine kesinlikle inan bir kimse,ticaret de dahik hiçbir işinde doğruluktan ayrılmaz.Helâlinden kazanma dururken meşru olmayan yollara sapıp,vicdanını,mukaddesatını feda edemez.Hilekârlıkla,düzenbazlıkla,aldatmacayla,noksan ölçü ve tartıyla müşrerisine zulmedenler,bu davranışlarıyla en büyük zulmü kendilerine yaptıklarını bilmelidirler.Bu konuda Kur'an-ı Kerim'de meal olarak şöyle buyruluyor:
  "İnsanlardan alırkan ölçüp tarttıklarında tam,onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun.","Onlar düşünmezler mi ki,büyük bir güde(hesap vermek için)diriltilecekler!Öyle bir gün ki,insanlar o günde âlemlerin Rabbin,n huzurunda divan duracaklardır."(8),"Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince,işte bunların ahirette bir payı yoktur.Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak,onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır.Onlar için acı bir azap vardır."(9)
   Ticaret alanında bazı kimselerin başvurduğu kötü yollardan biri de,toplumun ihtiyacı olan malları,olağanüstü durumlardan yararlanarak gizlemek,böylece piyasayı yükselterek,onları aşırı fiyatlarla satmaktır.Dinimiz şahsi çıkar uğruna toplumu yokluk ve sıkıntı içinde bırakan hertürlü istifçilik ve karaborsacılığın karşısındadır.Sevgili Peygamberimiz istifçiler ve karaborsacılar hakkında,
 "Ticaret yapan rızıklanır,ama ihtikâr yapan mel'undur"(10),"İhtikâr yapanlar,adam öldürenlerle beraber diriltileceklerdir"(11)buyurmuşlardır.
 Tacir borçlarını vaktinde ödemeye dikkat etmeli,alacaklarını isterken nezaket kurallarına uymalı ve mümkünse şiddete başvurmamalıdır.Tabii ki bu alacağından vazgeçmesi anlamına gelmez.Böylece ticaret ehline Sevgili Peygamberimiz,
 "Sattığında,satın aldığında ve hakkını aradığında kolaylık gösteren kimseye Allah rahmetini ihsan buyursun"(12)mealinde hayır duada bulunmuşlardır.
  Yabancılarla olan alışverişlerde işlenecek kusur ve hataların,millî ekonomiyi ve itibarı zedeleyeceği gözönünde bulundurularak bu konuda daha da çok hassas davranılması gerekir.
   Konumuzu bir hadis-işerif mealiyle bağlayalım:
"Kazançların en güzelii o tacirlerin kazancıdır ki,onlar konuştuklarında yalan söylemezler,kendilerine bir şey emânet edildiğinde hıyanet etmezler,söz verdiklerinde vaadlerinden caymazlar,satın aldıklarında yermezler,sattıklarında da övmezler,üzerlerinde bulunan hakkı (sahibine ödemeyi)geciktirmezler ve alacakların da zorluk göstermezler."(13)


___________________________________________
1-Nisâ Sûresi;ayet:29
2-Tac Tercemesi,2/361
3-Kenzü'l-Irfan,sf:213(hadis no:907)
4-Maide Sûresi;ayet:1
5-İslâm'da Helâl ve Haram,sf:281
6-Tecrid-i Sarih Tercemesi,6/374
7-Teğrib ve't-Terhib,2/571
8-Mutaffifin Sûresi;ayet:1-6
9-Âl-i İmran Sûresi;ayet:77
10-Tecrid-i Sarih Tercemesi,6/449
11-Terğib ve't-Terhib,3/244
12-Tac Tercemesi,2/362
13-Feyzü'l-Kadir,3/278
Devamını Oku

DİNİMİZİN HEDEFİ İNSANIN MUTLULUĞUDUR


DİNİMİZİN HEDEFİ İNSANIN MUTLULUĞUDUR
  Yüce Rabbimiz,Kendini peygamber ve kitap yoluyla insanlara tanıtmıştır.Toplum,bu bilgiyi muhafaza ederek kendinden sonraki nesillere ulaştırır.
  Dinî telkin ve terbiyeden mahrum kalmış kimselerin,çoğu kez Yüce Mevlâ'nın varlığını bulamadıkları ve O'nun yarattıklarını ilâh kabul ettikleri görülmüştür.İnsan,akıl ve düşünce yoluyla Allah'ın varlığını ve birliğini bulabilse de,O'na olan görevlerinin neler olduğunu ve bunları nasıl yerine getireceğini bilemez.Yüce Allah'ın varlığını ve birliğini bilmek ve O'na olan görevlerini hakkıyla yerine getirebilmek,ancak aklın ve İlâhi hükümlerin ışığında gerçekleşebilir.Nitekim bir ayet-i Celilede meâlen:
  "...Herkes karakter ve inancına göre ibâdet eder..."(1)buyrularak,sahip olunan iman,irfan ve mizacın amel üzerindeki etkisi belirtilmiştir.
  Bu noktada Sevgili Peygamberimizle Ayşe(R.A.)validemiz arasında geçen bir sohbeti sunarak konumuza açıklık getirmek isterim:
 Bir gün Hz.Ayşe validemiz,Sevgili Peygamberimize"Ya  Resulallah,insanlar dünyada birbirlerinden ne suratle üstün olurlar?"diye sorar.Yüce Peygamberimiz"Akıl ile.Kimin aklı çok ise,onun diğeri üzerine bir üstünlüğü vardır"şeklinde cevap verir.Hz.Ayşe'nin"Peki ahiretteki üstünlük ne iledir?"sorusuna Allah Eliçisi"Akıl iledir"der.Bundan sonra Hz.Ayşe"Peki ama,kişinin hesap gününde göreceği mükâfat veya ceza,dünyadaki işine göre değil midir?"deyince Resul-i Ekrem (S.A.V.)"Ya Ayşe,her fert,ancak Allah'ın kendisine vermiş olduğu akıl kadar iş görmeyecek midir?Böylece dünyadaki işleri akılları nisbetinde olacağından,ahiretteki mükâfatları ve cezaları da işlerine göre olacaktır"buyurur.(2)
 Başka bir hadis-i Şerifte meâlen:
"Sizin akılca en mükemmel olanınız Allahu Teâla'dan en çok korkanınızdır"(3)buyrularak Allah'a yönelişin akılla olacağı,yöneliş olmadan hedefe erişilemeyeceği belirtilmiştir.İşte aklın bu derece önemli olmasındandır ki dinimiz,ona zarar verecek ve onu zedeleyecek her türlü kötü alışkanlıklardan uzak durmamızı emreder.
  Dinimiz,insanları soy sop,mal,rütbe,makam ve mevkileri ile değil,sahip oldukları ilhâs ve takva ile değerlendirir.Nitekim,"...Şüphesiz,Allah katında en değerliniz,O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır..."(4)meâlindeki İlâhî buyruk bunun açık bir delilidir.
  Mekke fethedildiği gün,halk sığındığı yerde"Acaba Resulullah bize ne yapacak?"diye korku içinde beklerken,Allah'ın Elçisi,kölelikten âzâd edilmiş olan zenci Bilâl-i Habeşi(R.A.)'ı Kâbe'nin damına çıkartıp ezan okutmuştur.Sahip olduğ üstün ihlâs ve takva sebebiyle Resul-i Ekrem'in:"Ey Bilâl!Ben Cenneti gördüm,senin ezan sesin sekiz kat Cennette yansımaktadır"(5)büyük müjdesine nail olan Hz.Bilâl'i Kâbe'nin damında ezan okurken gören(üstünlüğün soy,makam ve rutbede olduğunu sanan)müşriklerden bazılarının"Keşke evvelce ölseydim de bu günü görmeseydim"dedikleri tarih kitaplarında geçmektedir.
 Din,insanı sadece iman ve ibâdetle yükümlü kılmaz.Onu ahlâkî değerler de kazandırır.İmanla ibâdet arasında sıkı ilişki olduğu gibi,bunların her birinin ahlâkla da yakın münasebeti vardır.Sağlam inançlı ve ameli güzel kimseler,ahlâkî değerleri benimseyip onlara bağlı kalmakta güçlük çekmezler.Böyle bireylerden oluşan bir toplum ise huzur ve güven içinde yaşar.
   Müşriklerin zulmünden Habeşistana sığınan müslümanlar adına Cafer(R.A.)'ın,Habeş kralı Necaşi'ye verdiği şu bilgiler,İslâm'ın getirdiği ahlâk prensiplerini ne güzel sergilemektedir:
"Ey hükümdar,biz cahiliyet üzerine olan bir kavim idik.Putlara tapardık,leşi yerdik,fuhuş işlerdik,akrabalara küserdik,komşuluk hakkına riayet etmezdik.Zayıf,kuvvetlinin esiri idi.Biz bu hal üzere iken Allah içimizden birini Peygamber gönderdi.Nesebi ve asaleti;doğruluk ve güvenilirliği,şeref ve namuskârlığı hepimizce bilinmektedir.O,bizi bir Allah'a ibâdete çağrıyor,atalarımızın tapınageldikleri putları,ağaç ve taş parçalarını terketmemizi söylüyor.Bize doğru söylemeyi,emanete ve akrabalık bağına riayet etmeyi,komşularla güzel geçinmeyi,haramadan,kan dökmekten sakınmayı bildiriyor.Fuhuştan,yalandan,yetim malı yemekten,namuslu kadınlara iftira etmekten,dil tecavüzünden menediyor.Allah'a ibâdet edip O'na hiçbir süretle ortak koşmamayı emrediyor,namaza,sadaka ve iyiliğe,oruca davet ediyor.Biz de O'na inandık.Getirdiği dine tabi olduk..."
  Cafer (R.A.)'ın sözlerini sonuna kadar dikkatle dinleyip,sorduğu bazı soruların cevabını da aldıktan sonra Habeş Kralı Necaşi,onları geri götürmek için gelenlere "Bunları size teslim edemem,bunu böyle bilin"(6)der.
   Sözün özü;dinimizin hedefi,insanın dünya ve ahiret mutluluğudur.Dinî emir ve yasaklarda bizim bildiğimiz ve bilmediğimiz nice yarar ve hikmetler vardır.Yüce Rabbimizin,bizim ibâdet ve taâtimize ihtiyacı yoktur.Biz yaptığımız her iyiliği,kendi yararımıza,kötülüğü de kendi zararımıza işlemiş oluyoruz.




_________________________________
1-İsrâ Sûresi;ayet:84
2-El-Hakimü't-tirmizi(A.H.Aksekî,İslâm,505,st 1947)
3-O.Nasuhi Bilmen,Hikmet Gonceleri,500 Hadis-i Şerif sh:10
4-Hucurat Sûresi;ayet:13
5-Hz.Muhammed ve Hayatı,sf:333
6-Hz.Muhammed ve Hayatı,sf:79


Devamını Oku

21.2.11

TEVBENİN ÖNEMİ

TEVBENİN ÖNEMİ
  İnsanoğlu ne kadar sakınsa da farkında olarak ya da olmayarak zaman zaman hatalara düşmekte ve İlâhi sınırları aşarak günaha bulaşmaktadır.Peygamberler dışında herkes,az veya çok günah işleyeblilir.Mühim olan işlenene kusurlara pişmanlık duyarak tevbe etmek,bir daha hata yapmamaya azmetmek ve bağışlanmayı kalben Cenab-ı Hak'tan niyaz etmektir.Böyle yapmayıp,işlenen suçlardan dolayı ye'se kapılarak İlâhi rahmetten ümit kesmek,Allah korusun,insanı inkâra sürükleyecek tehkileki bir davranıştır.Nitekim bir ayet-i celilede mealen:
   "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin.Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez"(1)buyrulmuş,başka bir ayette de:
   "De ki:Ey kendi nefisleri aleyhine ve haddi aşan kullarım!Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!Çünkü Allah bütün günahları bağışlar.Şüphesiz ki O,çok bağışlayan,çok esirgeyendir"(2)buyrularak İslâm'ın temel prensipleri inkâr edilmedikçe içtenlikle yapılacak tevbe ile günahların affolunucağı işaret edilmiştir.
    Günahlardan pişmanlık duyup,dönüş yapanlara Yüce Mevlâ'nın bir başka müjdesi de meal olarak şöyledir:
   "Kim tevbe edip iyi davranış gösterirse o,tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner."(3)
Tevbekâr,herşeyden önce küfür,nifak ve bid'at gibi kötülüklere bulaşmışsa imanını tazelemeli,eda edemediği namaz,oruç ve zekât gibi farz ibadetlerin kazalarını yerine getirmeli,hırsızlık,yalan,yemin ve gasp gibi başkalarını zarara uğratan suçları için mümkünse helalleşmelidir.Zira Allah,kul hakkını affetmez.
 Nasıl olsa affolunacağım zihniyetiyle ikidebir suç işleyip,tevbe tevbe demek İslâmî bir tevbe anlayışı değildir.Yararlı sonuç verecek olan tevbe,işlenen bir suçtan,yapılan bir hatadan dolayı kalbin sızlanıp müteessir olması ve kalbin bu pişmanlık duygusuna diğer organlarında katılmasıyla yerine getirilen tevbedir.Kalbe inmeyen,sadece dilde kalan tevbe,gerçek bir pişmanlık olmadığı ve dolayısıyla günah işlemekten  de alıkoymadığı için,ondan bir yarar sağlanamaz.
   Allah katında makbul olan tevbe Kur'an-ı Kerim'de meal olarak şöyle belirlenmiştir:
  "Allah'ın kabul edeceği tevbe,ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir;İşte Allah bunların tevbesini kabul eder;Allah herşeyi bilendir,hikmet sahibidir.Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca"Ben şimdi tevbe ettim"diyenler ile kâfir olarak ölenler için(kabul edilecek)tevbe yoktur.Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır."(4)
   İhlâslı bir kalp ve samimi bir dille yapılan tevbenin,hangi lisan ve sözcüklerle yapılmış olursa olsun,kabul olunacağında şüphe yoktur.Ancak Kur'an-ı Kerim ve hadis kitaplarının övdüğü,tavsiye ettiği kutsal dualarla Yüce Allah'a dua ve istiğfarda bulunmanın tercihe şayan olduğu da bir gerçektir.Bu seçkin dualardan biri,Sevgili Peygamberimizin,hakkında"Seyyidü'l-İstiğfar"yani istiğfar dualarının büyüğü buyurduğu şu mealdeki duadır:
 " Allah'ım!Sen benim Rabbimsin,İbadete şayan hiçbir İlâh yoktur,ancak Sen varsın;beni Sen yarattın,şüphesiz ben Senin kulunum.Gücüm yettiği kadar ezelde Sana verdiğim ahdi misak ve va'din üzerinde duruyorum.Ya Rab!İşlediğim günahların şerrinden Sana sığınıyorum.Bana lütuf ve ihsan buyurduğun nimetleri ikrar ve itiraf ederim,günahlarımı da itiraf ederim.Sen beni affet Allah'ım!Zira,Senden başka günahlarını kimse affedemez."Duayı okuduktan sonra Allah Elçisi,"Kim bu Seyyidü'l-İstiğfar duasını sevap ve faziletine kalben inanarak gündüz okur da,o gün akşam olmadan ölürse,Cennetlik olur.Kim de sevap ve faziletine inanarak gece okur da,sabah olmadan ölürse o kimse de ehl-i Cennet'tendir"(5)buyurdu.
   Sevgili Peygamberimizin içinde duaların hepsini topladığını haber verdiği dua da meal olarak şöyledir:
"İlâhi!Ben,Peygamberin Muhammed(S.A.V.)'in Sen'den istediği bütün iyi ve hayırlı şeyleri Sen'den isterim;O'nun sana sığındığı bütün kötü işlerden de Sana sığınırım.Yardım,ancak Sen'den beklenir,dünya ve ahirette matlup olan şeye ulaştıracak Sen'sin.Hakimâne tasarruf da tam kuvvet de Allah ile kaimdir.Kuvvet ve kudret,ancak Allah'ın inâyeti iledir."(6)
  Bütün günahlardan korunmuş olan ve kâinat yüzü suyu hürmetine yaratılan Sevgili Peygamberimizin,"Allah'a yemin ederim ki, ben muhakkak Allah Teâla'ya günde yetmiş defadan fazla istiğfarr ediyorum."(7)yüce buyruklarından ibret almamak,zararlı alışkanlıkları sürdürmek,hata ve günahlara gerçekten pişman olup bunların affedilmesi için gayret etmemek ne büyük bir gaflettir.
  Yazımızı bir hadis-i Şerif mealiyle noktalayalım:
"Kim istiğfara devam ederse,Allah Teâla o  kimseyi her darlıktan,gam ve kederden kurtarır,onu ummadığı yerden rızıklandırır."(8)

___________________________________
1-Yusuf Sûresi;ayet:87
2-Zümer Sûresi;ayet:53
3-Furkan Sûresi;ayet:71
4-Nisâ Sûresi;ayet:17-18
5-Riyazü's-Salihin Tercemesi,3/390
6-Riyazü's-Salihin Tercemesi,3/79
7-Riyazü's-Salihin Tercemesi,3/387
8-Riyazü's-Salihin Tercemesi,3/389
Devamını Oku

20.2.11

İHLÂS

İHLÂS
  İhlâs kelimesinin sözlük anlamı;doğru,temiz sevgi ve içten gelen bağlılıktır.Dindeki özel anlamı ise,niyeti temizlemek ve işi yalnız Allah rızası için yapmaktır.
  Kişinin Rabbine,yakınlarına ve topluma karşı yerine getirdiği bütün görevleri,Allah'ın hoşnutluğunu kazanma hususundaki ihlâs ve samimiyetine bağlı olarak değer kazanır.Meselâ,
 İyi niyetle namaza duran bir kimse,şartlarına ve adabına riayet ederek,kimin huzurunda,niçin bulunduğunun  bilincinde olarak,namazı huşû ile tamamlamaya gayret eder.
  İlhâsla oruç tutan kimse,yemeyi,içmeyi bıraktığı gibi,yalanı,dedikoduyu,çirkin ve kırıcı sözleri de terlederek bu İlâhi emri,gayesine uygun olarak gerçekleştirmeye çaba harcar.
  Ana babaya ihlâsla hizmet etme gayreti,onları memnun etme bahtiyarlığına kavuşturur.
 Resûlullah'a ihlâsla bağlılık,O'nun şefaatine vesile olur.
Allahu Teâla'ya içtenlikle olan sevgi ve saygımız,O'nun emir ve yasaklarını hakkıyla yerine getirip rızasını kazanma şerefine ulaştırır.
   Sözlerimizde,davranışlarımızda,amellerimizde  iyi niyetli olmanın ve Allah'ın hoşnutluğunu  gözetmenin önemini belirleyen ayet-i kerimelerden bazıları meal olarak şöyledir:
"Onların(boğazlanan kurbanlık hayvanların)ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır;fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır."(1),"Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,onlar namazlarını ciddiye almazlar.Onlar gösteriş yapanlardır;hayra da mâni olurlar."(2)
  Sevgili Peygamberimiz de bu hususta şöyle buyuruyor:
"Ameller,ancak niyetlerle ölçülür ve herkes niyetine göre nasibini alır..."(3),"Temiz bir kalp ile,şehid olmayı Allah'tan dileyen kimse Allah Teâla,rahat yatağında ölse dahi,şehitlik mertebesine ulaştırır."(4),"Kim yalanı,dedikoduyu,yalanla iş görmeyi bırakmazsa,Allah'ın onun yemesini,içmesini terketmesine ihtiyacı yoktur."(5)
  Yapılan bir işin ya da ibadetin ihlâslı olduğunu düşünmek,ihlâsı  zedelediği gibi,aksi görülmedikçe başkasını inancında,ibadetinde,işlerinde ihlâssız,samimiyetsiz kabul etmek ve ona göre tavır tanıkmak da Allah korusun imanı sarsar ve hatta yok eder.Harpte Kelime-i Tevhid getirdiği için,yanındaki mücahid arkadaşının serbest bıraktığı kişiyi öldüren ve buna gerekçe olarak,"o Kelime-i Tevhid'i silah korkusundan söylemişti"diyen bir sahabiye Allah Elçisi,"Kalbini mi yardın,korkudan söylenip söylemediğini ne biliyorsun?"(6)buyurarak hadiseden duyduğu üzüntüyü dile getirmişler.
   Bu noktada Allah Teâla'nın Yüce buyruğuna ihlâsla bağlılığın bir örneğini sunmak isterim:
 Hz.Enes'in bildirdiğine göre,Medine'de Ensar'ın en zenginlerinden biri olan Ebû Talha (R.A.),Mescid-i Nebevi'nin karşısında bulunan Beyraha adındaki hurma bahçesini malları arasında en çok severdi.Resûlullah (S.A.V.)bu bahçeye gider,onun lezzetli suyundan içerdi.
  "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda)harcamadıkça "iyi"ye eremezsiniz.Her ne harcarsanız,Allah onu hakkıyla bilir."(7)mealindeki ayet-i kerime inince,Ebû Talha  Resûlullah'ın yanına gelip,"Ya Resûlallah!Cenab-ı Hak,Kitab'ında :
 "Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda)harcamadıkça "iyi" ye eremezsiniz"buyuruyor.Benim en sevdiğim malım Beyraha hurmalığımdır.Ben onu Allah yolunda sadaka olarak verdim.Allah katında onun iyilik ve faydasını ümit ederim.Dilediğin gibi kullan dedi"dedi.Bunun üzerine  Allah Elçisi,"Ne muazzam iş!Bu pek kıymetli bir maldır,pek kıymetli bir maldır.Onu kendi akrabana vermeyi uygun buluyorum"buyurdular.Ebû Talhâ da bu hurma bahçesini akrabası ve amca oğulları arasında taksim etti."(8)
   Evet,başta iman,ilim,amel olmak üzere,sahip olunan yüce değerler ve güzel hasletler ancak,ihlâsla birleştiklerinde Allah'ın hoşnutluğunu kazandırırlar.Allah sevgisini her sevgiden üstün tutan,kalbi Allah sevgisiyle yanan ve bu sevgiden mahrum kalma endişesiyle titreyen bir kimse,ikiyüzlülükten,cimrilikten,yalandan,gösterişten uzak kalarak,temiz bir kalple bütün görevlerini noksansız olarak yerine getirmeye gayret eder.Malını ve canını Allah yolunda feda etmekten çekinmez.Hiç kimsenin bulunmadığı yerde de kötülük işleyemez.Zirâ o,her an ve her yerde Yüce Yaratıcı'sının gözetimi ve denetiminde unutmaz.Böyle bireylerden oluşan bir toplum ise,hem dünyada hem de ahirette huzurlu ve güvenli olur.
   Yazımızı bir kudsi hadis mealiyle noktalayalım:
 "İhlâsla yapılan amel az olsa da sana kâfi gelir."(9)

 

_______________________________________
1-Hac Sûresi;ayet:37
2-Mâûn Sûresi;ayet:4-7
3-Tac Tercemesi,1/77
4-Tac Tercemesi,1/86
5-Tecrid-i Sarih Tercemesi,6/253
6-Riyazü's-Salihin,1/425-426
7-Âl-i İmrân Sûresi;ayet:92
8-Tac Tercemesi,2/456-457
9-Kenz'ül-İrfan,sf:17(hadis no:39);Ebû Nuaym,Hilye.1/224


Devamını Oku

17.2.11

RÜŞVET


RÜŞVET
   İslâm'ın koyduğu yasaklardan biri de rüşvettir.Rüşvet,herhangi bir görevliye bir iş yaptırmak için verilen para,mal veya hediye diye tanımlanır.Başka bir deyişle bir görevlinin,elindeki imkânları para ya da mal karşılığında kötüye kullanması demektir.
  Rüşvetin bulunduğu yerde adalet sarsılır,işler ehil olmayan kimselerin eline düşer,toplumun ahnegi bozulur,huzur ve güveni kaçar.Rüşvet yüzünden çok kere haklı kimseler haksız,haksız kimselerde haklı duruma geçerler.
İşte bu ve benzeri daha nice kötülükleri sebebiyle rüşvet dinimizde yasaklanmış;bu işle uğraşanlara,âlemlere rahmet için gönderilen Sevgili Peygamberimiz:
 "Rüşvet alana da,rüşvet verene de,(aralarında vasıta olana da)Allah lânet etsin"(1)diye bedduada bulunmuşlardır.
  Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanan bir kimse,helâl yoldan kazanıp,yemek dururken,haksız kazanç peşinde koşmaz.Zirâ,rüşvet de dahil haksızlıkla elde edilen herhangi bir kazanç nimet değil,olsa olsa kalbi karartan,imanı zayıflatan,güzel haslet,duygu ve düşünceleri yok eden,emniyet  ve güvevivi sarsan,vatan ve millete olan sevgiyi zedeleyen bir âfettir.
  Dünyevî çıkar sağlamak için cehaleti,zulmü,haksızlığı üstün kılmaya,ilmi,gerçeği,adaleti,boğmaya ve ayaklar altında çiğnemeye çalışanlar,işledikleri bu suçların cezalarından dünyada kurtulsalar dahi ahirette mutlaka bunların hesabını vereceklerini düşünüp bu kötü huy ve alışkanlıklardab vazgeçmelidirler.
   İnsan bazen ihtiyaç içinde bulunabilir,fakat bu hiçbir zaman meşru olmayan yollardan kazanç sağlamayı mübah kılmaz.Kaldı ki genellikle rüşvetin iş güç sahibi olan kimselere,görevlerini kötüye kullanma karşılığında verildiği bilinen bir gerçektir.
   Dinimiz çalışmayı,helâlinden kazanmayı emrettiği gibi,mallarımızı aramızda meşru olmayan yollarla yemememizi ve harcamamamızı da  bizden istemektedir.Kur'an-ı Kerim'de mealen:
  "Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin.Kendiniz bilip dururken,insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere(idarecilere veya mahkeme hakimlerine)vermeyin"(2)buyrularak her türlü haksız kazançtan sakınmamız gerektiği bildirilmiştir.
   Maddi kazanç sağlamak,hatır gönül almak ya da akrabalık gayreti gibi sebeplerle,işin ehli varken onu bırakıp liyâkatsız,beceriksiz birini bir göreve getirmek;hem şahsa,hemde memleket ve millete  karşı büyük suç işlemiş olur.Yalancı şahitlik yaparak,zalimin zulmünü sürdürmesine,mazlumun bir daha manen ya da maddeten cezalandırılmasına sebep olmak ne kadar çirkin ve veballi bir davranıştır.Bizim görevimiz,elimizden geldiği kadar birbirmizde iyilikte ve doğrulukta yardımcı olmaktır;yoksa haksızlıkta değil,Nitekim Yüce Kitabımız'da meal olarak:
 "İyilik ve(Allah'ın yasaklarından)sakınma üzerinde yardımlaşın,günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın.Allah'tan korkun;çünkü Allah'ın cezası çetindir"(3)buyrulmuştur.
   Hediyeleşmek hoş bir davranıştır.Ancak haksızlıklara sebep olmaması için dinimizde devlet yetkililerinin hediye almaları uygun görülmemiştir.
   Buharinin rivayetine göre Sevgili Peygamebrimiz,ashabın birini,zekât toplamak için görevlendirmişti.Bu zât görevini yapıp dönmüş ve Resûlüllah'a gelerek:"Şunlar sizin,şunlar da hediye olarak bana verildi"demişti.Bu söz üzerine Sevgili Peygamberimiz minbere çıkıp Yüce Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle buyurdu:
   "Allahu Teâla'nın benim üzerime verdiği işlerden birine bir kimseyi memur ediyorum.O kimse görevini yapıp dönüyor ve "Şu mallar sizin,şunlarsa bana verilen hediyelerdir"diyor.Eğer bu kimse doğru söylüyorsa,babasının ve anasının evinde oturduğu halde kendisine hediye gelse ya.Vallahi sizden herhangi biriniz haksız olarak birşey alırsa,Kıyamet gününde o şeyi yüklenmiş olduğu halde,Allah'ın huzuruna çıkar.Sizden birinizin,bağıran deve,böğüren inek ve meleyen koyun yüklenerek Allah'ın huzuruna çıktığını görmeyeyim."buyurdu.Sonra ellerini koltuklarının beyazı görünlünceye kadar kaldırdı ve "İlâhî tebliğ ettim mi?"(4)dedi.
   Öyleyse,haksız sebeplerle başkasının malını yeyip dünya ve ahiretimizi mahvetmeyelim.Hakkın,adaletin ortadan kalkmasına,işlerin ehil olmayanların ellerine düşmesine,dolayısıyla toplumun düzen ve ahenginin bozulmasına,huzur ve güveninin sarsılmasına sebep olmayalım.Hiçbir davranışımızda din,hukuk ve ahlâk kurallarından ayrılmayalım.Günah işlemiş isek tevbe ederek bağışlanmamız için Yüce Mevlâ'mıza niyazda bulunalım.
    Konuyu bir hadis-i şerif mealiyle sona erdirelim:
   "Rüşvet alan da veren de Cehennem'dedir."(5)
...

_______________________________________
1-Ahmed b.Hanbel,el-Müsned,2/164,190
2-Bakara Sûresi;ayet:188
3-Maide Sûresi;ayet:2
4-Tecrid-i Sarih Tercemesi,8/36-37
5-Fethu'l-Kebir,2/138;Ahmed b.Hanbel 2/164,/190






Devamını Oku

İÇKİ VE KUMARIN ZARARLARI

İÇKİ VE KUMARIN ZARARLARI

   İçki ve kumarın fert,aile ve topluma sayılmayacak kadar zararları vardır.İçki ve kumar,insanın aklını ,iradesini yok eder;sağlığını,ahlâkını bozar;vaktini,parasını heder eder ve yüce duygularını körleştirir.İçki ve kumar,insanı Allah'ı anmaktan,ibâdetten,çalışmaktan alıkoyar,insanlar arasında kin ve düşmanlığın yayılmasına sebep olur.Bu kötü alışkanlıkların yaygın olduğu aile ve toplumlarda huzur ve güvenden söz edilemez.
   Yüce dinimiz ilk günlerinden itibaren,fert ve toplumun zararına olan hususları ortadan kaldırırken,o zamanlar adeta su yerine içilen alkollü içkiyi birden yasaklamamıştı.İçki yüzünden meydana gelen olaylara üzülüp bu konudaki kesin hükmün ne olacağını kendisinden soranlara Allah Elçisi,her defasında sabır tavsiye ediyordu.Bu arada,içkiyi merhale merhale yasaklayan ayet-i Kerimeler geliyordu.Nihayet:
  "Ey iman edenler!Şarap,kumar,dikili taşlar(putlar),fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir;bunlardan uzak durun ki kurtuluşa erersiniz.""Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak;sizi,Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.Artık (bunlardan)vazgeçtiniz değil mi?"(1)mealindeki ayet-i Kerimeler gelerek içki ve kumar kesin olarak yasaklanmıstır.
  İçki hakkında son İlâhi hükmün gelmesiyle müslümanlar,ellerindeki içkileri derhal sokağa dökmüşler,içki kaplarını kırmışlar ve Cenab-ı Hak'kın emrine tam olarak itaat etmişlerdir.
  İçki,Kur'an'da hemr olarak geçer.Hemr,sözlükte birşeyi örtüp kapatmak demektir.Aklı örttüğü ve düşünceyi felce uğrattığı için,bu ad verilmiştir.Akla en büyük değer veren,aklı olmayanın dini de olmayacağını bildiren yüce dinimiz,bu büyük nimetin içki veya uyuşturucu ile yok edilmesine elbette razı olmazdı.
   Dinimizde,sarhoşluk veren her şey ne il eyapılmış ve alkol oranı ne olursa olsun kesinlikle yasaklanmıstır.Nitekim Sevgili Peygamberimiz,hadis-i Şeriflerinde mealen:
  "Sarhoşluk veren içki haramdır"(2),"Çoğu sarhoşluk verenin azı da haramdır"(3)buyurmuşlardır.
  Alkol,afyon,esrar,morfin,eroin,kumar ve benzerleri,korunması ile emrolunduğu sağlığımızın,aklımızın,malımızın,ırzımızın ve dinimizin baş düşmanlarıdır.İçki,uyuşturucu ve kumar düşkünlerinin bütün kazançlarını ve servetlerini hatta çoluk çocuklarının nafakalarını bir gecede tükettikleri,bu kötü alışkanlıklar yüzünden nice insanların huzursuz olduğu ve nice ocakların söndüğü herkesce bilinmektedir.Yine bilinmektedir ki,içkinin sinir,dolaşım,solunum,sindirim sistemine;kalbe,böbreklere,karaciğere ve cinsiyete de sayılamayacak kadar kötü etkileri vardır.İçki ve kumar yüzünden sakat kalan,katil olan,iflas ya da intihar edenlerin sayıları az değildir.Hâsılı,bir düşünürün dediği gibi:"İnsan vücuduna içkiyi koymak,makina yataklarına kum koymak gibidir."(4)
   Cenab-ı Hak,Kur'an-ı Kerim'inde mealen:"...Haram ile nefsinizi mahfetmeyin ",(5),"...Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın"(6)buyurmaktadır.Konuyla ilgili bazı hadis-i şeriflerde de meal olarak şöyle buyrulmaktadır:
   "İçki kötülüklerin anasıdır."(7),"Bir kimse haram olan alkollü bir içki içerse Cenab-ı Allah o kimsenin kırk gün namazını kabul buyurmaz."(8),"İçkiye mübtelâ olan tövbe etmede,onda ısrar ederek ölürse,ahirette Cennet şarabından mahrum olur."(9),"Arkadaşına,gel kumar oynayalım diyen,sadaka versin."(10)
   Allahu Tealâ'nın bunca emirlerine ve Sevgili Peygamberimizin tavsiyelerine karşı gelerek ömrü,vakti,serveti çürüten;iffet ve haysiyeti ayaklar altına düşüren;nefse,aileye,millete karşı görevlerin yerine getirilmesine mani olan içki ve kumara devam etmek ne büyük bahtsızlıktır.Böyle alışkanlıkları olanlar,bunlardan kesin olarak vazgeçip Cenab-ı Hak'tan af ve mağrifet dilemelidirler.Unutulmamalıdır ki,âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz,mealen:
  "Günahlarına tevbe eden kimse,hiç günah işlememiş gibidir"(11)buyurmuşlardır.


___________________________________
1-Maide Sûresi;ayet:90-91
2-Tac Tercemesi,3/265
3-Tac Tercemesi,3/366
4-Thomas Edison
5-Nisâ Sûresi;ayet:29
6-Bakara Sûresi;ayet:195
7-Keşfü'l Hafâ,1/382(Hadis No:1225)
8-Kenzü'l-İrfan sh:188
9-Tac Terc.3/267
10-İslâmda Helâl ve Haram sh:321
11-Kenzü'l-irfan sh:156





Devamını Oku

TAKVANIN TANIMI VE ÖNEMİ


TAKVANIN TANIMI VE ÖNEMİ
  Takva sahibi olmak insanı Allah nezdinde değerli kılar.Takva kişinin Yüce Allah'tan saygıyle korkup,kötülüklerden sakınmasıdır.Başka bir deyişle insanın hak ve görevlerini noksansız olarak yerine getirmesidir.Bütün kötülüklerden arınıp,İlâhi emirlere uyarak takva sahibi olmak kolay değildir.Fakat,bunun karşılığında va'dedilen mükâfat da son derece büyüktür.Nitekim Kur'an-ı Kerim'de mealen:
  "Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan Cennet'e koşun!"(1),"Takva sahiplerine vâdolunan Cennet'in özelliği(şudur):Onun zemininden ırmaklar akar.Yemişleri ve gölgesi süreklidir.İşte bu, (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) sonudur.Kâfirlerin sonu ise ateştir."(2), "Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız,O'ndan en çok korkanınızdır..."(3) buyrulmuştur.
   Takva sahiplerinin vasıflarını bildiren ayet-i kerimelerden bazıları meal olrak şöyledir:
  "Onlar (takva sahipleri) gayba inanırlar ,namaz kılarlar,kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.Yine onlar,sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; Ahiret gününe de kesinkes inanırlar.İşte onlar,Rablerinden gelen hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.(4), "O takva sahipleri ki,bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar;öfkelerini yutarlar ve insanları affederler.Allah da güzel davranışta bulunanları sever.Yine onlar ki,bir kötülük yaptıklarında,ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istifar ederler.Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar,işledikleri kötülüklerde,bile bile ısrar etmezler."(5)
    Ger yolculuk için azık gereklidir.Azığın önemi,yolculuk yapılacak yere göre değişir.İnsan tarlaya giderken,akşama kadar yetecek besin maddesi beraberinde götürür.Uzak bir yere gideceği zaman orada kalacağı süreyi hesaplayıp ona göre hazırlığını yaparak yola çıkar.İşte dünya hayatındaki yolculuğa gösterilen bu titizliğin ahiret yolculuğuna da gösterilmesi gerektiğine bir ayet-i Celilede meal olarak şöyle işaret edilmiştir:
   "(Ey Müminler!Ahiret için) azık edinin.Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır.Ey akıl sahipleri!Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.(6)
   Yüce dinimizde adaletli davranmak da takvadan sayılmıştır.Bir ayet-i kerimede mealen:
   "Ey iman edenler!Allah için hakkı ayakta tutan,adaletle şahitlik eden kimseler olun.Bir topluluğa duyduğunuz kin,sizi âdil davranmamaya itmesin.Adaletli olun;bu ,Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır.Allah'a isyandan sakının.Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir."(7)buyrularak işi ehil olana vermenin, İlahî emirlere uyup amele etemenin ;insanlara karşı saygılı olmanın önemine değinilmiş ve adalatte öfkenin ve hissi davranışların yeri olmadığına dikkat çekilmiştir.
   Giyinmek insana edeb ve saygınlık kazandırdığı ve de vücudu sıcaktan soğuktan koruduğu gibi,takva elbiseside insanı haram ve şüpheli şeylerden korumaktadır.Nitekim:
   "Ey Âdem oğulları! size ayıp yerlerinizi örtecek giysi,süslenecek elbise yarattık .Takva elbisesi...İşte o daha hayırlıdır.Bunlar Allah'ın âyetlerindendir.Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi)."(8) mealindeki bir ayet-i kerimede bu hususa işaret olunmuştur.
   Helâl ile beslenen ve gelişen bir kalp nurlanır,iyiliklerle dolar.Haram ile beslenen kalp ise kararır ve kötülük yuvası haline gelir.İşte bunun için Sevgili Peygamberimiz:
"Takva işte buradadır"(9)buyurarak elini kalbinin üstüne koymuşlardır.
   Helâl ve haram olan hususlar,genellikle bilinseler de,bazen bir işi yapmanın helâl mı,haram mı olduğuna şüpheye düşebilir.Böyle bir durumda nasıl davranılması  gerektiğini Sevgili Peygamberimiz:
  "Sana şüphe veren şeyi şüphe vermeyene terk et"(10)mealindeki hadisleriyle açıklığa kavuşmuşlardır.Bu konudaki başka bir hadis-i şerif de meal olarak şöyledir:
 " Helâl açıktır,haram da açıktır.Bunların arasında da şüpheli şeyler vardır.İnsanların birçoğu bunların helâl veya haram olduğunu bilmezler.Kim şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve ırzını korumuş olur.Kim de bunlara dalar ise,sürüsünü yasak bölge kenarında otlatan çoban gibidir,çok geçmeden haramın içine düşer.Haberiniz olsun!Her hükümdarın bir yasak bölgesi vardır.Bilmiş olun!Allah'ın yeryüzündeki korusu haramlarıdır.Ceset içinde bir parça et vardır.O iyi olursa bütün beden iyi;o bozulduğu vakit,cesedin tamamı bozulmuş bulunur.Haberiniz olsun!O,kalptir."(11)
  Sonuç olarak kısaca diyebilirizki,iman,amel,ilim,haya,adalet,hoşgörü ve temiz kalp sahibi olmak;başkalarına yardım ve günahlara tevbe etmek;öfkeyi yenmek,insanları affetmek,haram ve şüpheli şeylerden  sakınmak ve benzeri görevleri yerine getirmek,insanı takva sahibi olma şerefine ve yüceliğine eriştirir.Takvâ sahibi olmanın karşılığı ise,Yüce Rabbimizin rızasını kazanmaktır.

http://img.blogcu.com/uploads/vuslatgulu18_affet%5B1%5D.gif
______________________________
1-Âl-i İmran Sûresi;ayet:133
2-Rad Sûresi;ayet:35
3-Hucurât Sûresi;ayet:13
4-Bakara Sûresi;ayet:3-5
5-Âl-i İmran Sûresi;ayet:134-135
6-Bakara Sûresi;ayet:197
7-Maide Sûresi;ayet:8
8-A'raf Sûresi;ayet:26
9-Riyazü's-Salihin Tercemesi;1/277
10-Ahmed bin Hanbel,Müsned,1/200
11-Tac Tercemesi,2/352





Devamını Oku

KUR'AN-I KERİM VE ÖZELLİKLERİ


KUR'AN-I KERİM VE ÖZELLİKLERİ
  Kur'an-ı Kerim,hükmü Kıyamet'e kadar geçerli olmak üzere bütün beşeriyete gönderilmiş ve onun gelmesiyle daha önce gönderilen İlâhi kitapların hükmü geçersiz kılınmıştır.Müslümanlar olarak Kur'an'dan önce inen bütün kitaplara ve sahifelere inanmamız,imanımızın bir gereğidir.
  Kur'an-ı Kerim,Hz.Peygamber (S.A.V.),kırk yaşına ulaştığı yıl,Hıra dağında,Ramazan ayının Kadir Gecesinde ilkdefa indirilmeye başlamıştır.İlk inen ayetler"Alak"Sûresi'nin ilk beş ayeti,son inen ayet de, "Bakara"Sûresi'nin 281.inci ayetidir.Bütün olarak ilk inen Sûre "Fatiha" Sûresi,son inen Sûre ise "Nasr" Sûresi'dir.
   İnen ayet veya Sûre'yi Sevgili Peygamberimiz ezberler ve yanında bulunan sahabilerine okurdu.Onlar da kendilerine tebliğ edilen ayet ve Sûreleri,O'nun huzurunda ezberlerdi.Bazen bir Sûre bitmeden diğer Sûre'ye ait ayetler indirilmiştir.Allah'ın son Elçisi,her ayet indikçe vahiy kâtiplerine:"Bu ayeti falan ayetten sonra yazın"der,doğru yazıldığını kontrol için bir daha okur ve okuturdu.
  O zamanlar,kağıt az olduğu için Kur'an ayetleri deri,ağaç kabuğu,düz kemik ve taşlar üzerine yazılarak korunurdu.Sevgili Peygamberimiz hayattayken vahiy devam ettiği için,bir kitap haline getirilemeyen Kur'an-ı Kerim,ilk kez Hz.Ebubekir'in halifeliği sırasında,O'nun emriyle vahiy kâtiplerinden Zeyd bin Sabit (R.A.)'ın başkanlığındaki bir heyet tarafından toplanarak,bir kitap haline getirilmiştir.Mushaf adı da verilen Yüce Kitabımız,Hz.Ebubekir'den sonra Hz.Ömer'e geçmiş,Hz.Osman zamanında çoğaltılarak mühim merkezlere birer nüshası gönderilmiştir.O günden bugüne kadar,aslı muhafaza edilerek yazılan Kur'an-ı Kerim,İlâhi bir mucize olarak,hiçbir değişikliğe uğramamıştır.
  Kur'an-ı Kerim'in Kitabullah,Kelâmullah,Furkan,Tenzil,Kitabulhak,Kitabulmünir ve Mushaf gibi elliden fazla isim ve sıfatları vardır.
  İnmesi 22 yıl,2 ay ve 22 günde tamamlanan Kur'an-ı Kerim,114 Sûre ve 6.000 küsür ayettir.Tamamı 600 sayfa olan Yüce Kitabımız 20'şer sayfalık 30 bölüme ayrılmıştır ki,bu bölümlerin her birine Cüz denir.
  Kur'an-ı Kerim,Hz.Peygambere verilen en büyük mucizedir.Bunun açık delili,İslâm'ın ilk gününden beri,kendine itirazda bulunanları hep dize getirmiş olmasıdır.Kur'an inmeden önce Arap şairlerinin en seçkin şiirleri Kâbe duvarlarına asılırdı.Bunların en meşhurları,Muallakatu's-Seb'a yani yedi askı adı verilen şiirlerdi.Kur'an inmeye başlayınca,Muallakatu's-Seb'a şairlerinden bazıları,onun eşsiz üstünlüğü karşısında acizliklerini anlayarak,şiirlerini Kâbe duvarlarından indirdiler.Direnmeye kalkışanların da,
  "Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız,haydi onun benzeri bir Sûre getirin,eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şehitlerinizi (yardımcılarınızı)da çağırın"(1)İlâhi buyruğu karşısında,değil Kur'anın bir süresi,en küçük bir ayetinin dahi benzerini meydana getiremedikleri ve şaşırıp kaldıkları tarihî bir gerçektir.
  Kur'an-ı Kerim yeryüzünde Kıyamet'e kadar kalacaktır.Onu bozmaya,tahrif etmey eve kaldırmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.Bu gerçek bazı ayet-i Celilelerde  meal olarak şöyle belirlenmiştir:
  "Kur'an'ı kesinlikle  biz indirdik;elbette onu yine biz koruyacağız "(2),"Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar.Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır."(3)
   Kur'an-ı Kerim'in özelliklerinden biri de,ilerde olacak birçok hadiseleri önceden haber vermiş olmasıdır:Mekke'nin feth edileceği(4)ve bir savaşta İranlılara yenilen Rumların,ilerki bir savaşta onları yeneceğine dair haberler(5)gibi.
   Kur'an-ı Kerim'in bildirdiği ilmi gerçekler ve tabiat kanunları,müsbet ilimler geliştikçe daha iyi anlaşılmaktadır.Gezegenlerin boşlukta yüzmesi(6),göğe yükseldikçe hayat şartlarının zorlaşması (7),birbirine kavuşan iki denizin karışmalarını engelleyen su gibi...(8)
   Kur'an okumak bir ibâdettir.Farz olan namaz kıraeti,Kur'an metninin düzgün okunmasıyla gerçekleşebileceği gibi,Kur'anı namaz dışında okumak,dinlemek,onu okumayı öğrenmek ve başkalarına öğretmek de birer ibâdettir.
  Kur'an okuyacak kimse vücudunu,elbisesini,kalbini her türlü kirden,meşguliyetten temizlemeli;abdest almalı,mümkünse kıbleye yönelmeli ve hürmetli bir tavırla okumalıdır.
  Kur'an-ı Kerim'i öğrenmenin,öğretmenin ve onun hükümlerine uygun olarak yaşamanın önemini bildiren hadis-i şeriflerden bazıları meâlleri şöyle:
  "Kalbinde hiçbir ayet bulunmayan kimse,harap bir ev gibidir."(9),"Sizin en hayırlınız,Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir."(10),"İki kimse gıbta edilmeye lâyıktır.Birisi,Kur'an'ı öğrenip,onu gece gündüz belirli saatlerde okuyup,gereği ile amel eden;diğeri Allah'ın kendine mal verdiği kimsedir ki,gece gündüz o malı Allah yolunda sarfedendir."(11)
   Hiçbir maddi mefaat beklemeden Kur'an-ı Kerim'i sırf ibâdet niyetiyle okuyup bunun sevabını ölüye bağışlamak sünnete uygun ve faydalıdır.Para kazanmak niyetiyle Kur'an okumak ise bir hadis-i Şerifte:
  "Kur'an-ı okuyun,karşılığını Allah'tan isteyin,sizden sonra bir grup insan türeyecek,bunlar Kur'an okuyup karşılığını insanlardan isteyeceklerdir."(12)mealinde verilmiştir.
   Kur'an okumasını bilmediği için ölülerine okuyamadığından yakınanlar vardır.Bu durumda yapılacak ilk iş şüphesiz Kur'an okumasını öğrenmektir.Bu yapılamıyorsa bilinmelidir ki,insanın Allah rızası için kendi okuyacağı üç İhlâs,Allah katında,pazarlıkla başkasına okutacağı hatimden daha makbuldür.
  Manasını bilmediği için Kur'an okumaktan zevk almadığını söyleyenlere gelince...Elbette anlayarak Kur'an od (R.Akumak daha iyidir.Bunu herkes ister.Ama Kur'an'ın,manasını bilsin ya da bilmesin İhlâsla okuyanlara ve dinleyenlere her defasında büyük bir zevk verdiği de bir gerçektir.Kaldı ki bugün her yerde,Kur'an'ın kolay anlaşılması için,metni ve mallah'ın son nası yanyana konarak hazırlanmış baskıları mevcuttur.
   Allah'ın son Elçisi,Kur'anı her fırsatta okur,başkalarının okumasını ister ve hatta ,bazen başkalarından dinlemeyi arzu ederdi.Sahabe-i Kiram'dan İbn-i Mes'ud (R.A) diyor ki:
"Bir gün Resûlüllah (S.A.V.),"Bana Kur'an oku"dedi.Ben,"Ya Resûlallah,Kur'an sana indirildiği halde onu sana ben mi okuyayım"dedim.Resûlullah,"Ben onu başkasından dinlemek istiyorum"buyurdu.Bunun üzerine Nisâ Sûresi'nden okumaya başladım.Nihayet,"Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak!(13)ayetini okuduğum zaman,gördüm ki,Resûlullah'ın göz yaşları akıyordu.
    Sözün özü: Kur'an-ı Kerim,maddî ve manevî hayatımız için yaralı olan hususları emreder;zararlı olanları ise yasaklar.Kur'an-ı Kerim'i okumaktan ve öğrenmekten gaye,onu anlayıp gereğince yaşamaktır.Yoksa prensiplerinden uzak kalarak,sadece zaman zaman okumakla Kur'an'a karşı görevlerimizi yerine getirmiş olduğumuzu düşünmek kendimiz aldatmak olur.

__________________________________
1-Bakara Sûresi,ayet:23
2-Hicr Sûresi;ayet:9
3-Saff Sûresi;ayet:8
4-Fetih Sûresi;ayet:27
5-Rûm Sûresi;ayet:2-5
6-Yasin Sûresi;ayet:38-40
7-En'am Sûresi;ayet:125
8-Rahman Sûresi;ayet:19
9-Riyazü's-Salihin Tercemsi,2/343
10-R.Salihin Terc.2/339
11-R.Salihin Terc.2/341
12-Neylü'l-Evtar,5/302
13-Nisâ Sûresi;ayet:41



Devamını Oku

DİNİ EMİRLERE-MİLLİ ÖRF ADETLERE UYMANIN ÖNEMİ


DİNİ EMİRLERE-MİLLİ ÖRF ADETLERE UYMANIN ÖNEMİ
  Dinimiz,fert ve toplumun yararına olan hususları emretmiş,zararına olanları ise yasaklamıştır.Müslümanlar,dinî emirleri ve bunlardan kaynaklanan örf ve adetlere uydukları tarıhin her devrinde,huzur ve güven içinde yaşamışlardır.Bunu bilen düşmanlarımız geçmişte olduğu gibi,günümüzde de bizi,birlik ve beraberliğimizi vesîle olan yüce değerlerimizden koparmaya,yabancı kültür ve ananeleri bize benimsetmeye çalışmaktadırlar.
   Oysaki:İslâmiyet,başkalarının örf ve adetlerini benimsememek ve onlara benzememek için ibâdeti bile değiştirmiştir.Sevgili Peygamberimiz,Medine'ye hicret ettiklerinde Musevîlerin aşure günü oruç tuttuklarına şahit olmuştu.Sebebini sorduklarında:"Bugün,Musa (A.S.)'ın,Firavun'un şerrinden kurtulduğu gündür.Bu kurtuluşu anarak Allah'a şükrediyoruz"dediler."Benim Hz.Musa'ya olan yakınlığım sizden daha fazladır"buyuran Sevgili Peygamberimiz,müslümanlara dönerek,aşure gününden bir gün önce veya bir gün sonra oruç tutarak Yahudilere benzememelerini bildirmişti.(1)
   İlâhi emirlere uymak kadar,bunlara uymayanları uyarmak ve onları bulundukları yanlış yoldan kurtarmak da,dinî görevlerimizdendir.Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde meal olarak:
   "Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle değiştirsin,eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin,buna da gücü yetmezse kalben nefret etsin.Bu sonuncusu ise,imanın en zayıf derecesidir"(2)buyurmuşlardır.
Hz.Ömer de,bir hutbesinde cemaate şöyle seslenmiştir:
 "Ey insanlar,gizli ve açık davranışlarınızda Allah'tan korkunuz.İyilikle emir,kötülükten nehy ediniz.Siz gemiye binen şu insanlar gibi olmayınız ki:Onlardan biri baltayı almış oturduğu yeri deliyor.Bunu gören arkadaşları,mani olmak istiyorlar.O ise:"Size ne,burası benim yerim değil mi?İstediğimi yaparım"diyor.Eğer onun elinden baltayı alırlarsa,o da kurtulur,ötekiler de.Fakat onu istediğini yapmakta serbets bırakırlarsa,O da batar ötekiler de..."(3)
  Dinî emirlere karşı gelerek,kanun ve nizamları çiğneyerek,hiçbir zaman,hiçbir yerde huzurlu ve güvenli olmak mümkün değildir.Çalışmadan,yorulmadan helâl kazanç elde edilmediği gibi ibâdet etmeden de,ahiret kazancı sağlanamaz.
  İnanmayanların,canilerin ve günahkârların da bu dünyada hayat sürdürmeleri,mal ve servet sahibi olmaları,Yüce Allah'ın Rahman sıfatının bir gereğidir.Cenab-ı Hak kâfire de caniye de günahkâra da çalıştığının karşılığını verir.İşlenen kötülüklerin cezasının çabuklaştırılmaması,onların karşılıksız kalacağı manasına gelmez.Nitekim,Yunus Sûresi'nin 11.inci ayetinde mealen:
 "Eğer Allah insanlara,hayrı çarçabuk istedikleri gibi  şerri de acele verseydi,elbette onların ecelleri bitirilmiş olurdu.Fakat bize kavuşmayı beklemeyenleri biz,azgınlıkları içinde bocalar bir halde (kendi başlarına)bırakırız."buyrulmuştur.Sevgili Peygamberimiz de bu konuda meal olarak şöyle buyurmuşlardır:
 "Allah Teâlaibir kulunun iyiliğini dilerse,dünyada cezasını çabuklaştırır.Eğer bir kuluna fenalık dilerse suçundan dolayı onu dünyada cezalandırmaz,ta ki o kul,Kıyamet gününde günahı ile gelsin."(4)
  Yapılan her iyiliğin ve kötülüğün karşılığının ahirette mutlaka verileceği inancı,insanı yararlı işler yapmaya,kötülüklerden kaçınmaya,yalnız kendi çıkarına değil başkalarını da düşünmeye yöneltir.Böylece toplumda kimse kimsenin kötülüğünü düşünmez.Herkes birbirini sever ve sayar.Herkes huzur,güven,birlik ve beraberlik içinde yaşar.İnançsız ya da zayıf inançlı kimselerden oluşan toplumlarda ise,sevgiden,saygıdan,birlik ve beraberlikten,güç ve kuvvetten söz edilemez.
 "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın","Kendisini kurtaran kaptan" gibi düşüncelerin İslâm'da yeri yoktur.Zira,bize dokunmayan yılan bin yıl kardeşimize zarar verebilir.Unutulmamalıdır ki,din kardeşimizi korumak da nefsimizi ve ehlimizi korumak kadar kutsal bir görevdir.
 "Kendisini kurtaran kaptan da şüphesiz kaptandır.Fakat gerçek kaptan,tayfasını karşılaşılan tehlikelerden kurtardıktan sonra gemiyi terk edendir."İşte bunun gibi,gerçek müslüman da,yalnız nefsini düşünen değil,başkalarının iyiliğine çalışan,kendi nefsi için istediğini başkaları için de arzu etmeyendir.
  Sözün özü:her bir dünyevî ve uhrevî mutluluğumuza yönelik dinî emirlere uymaz,toplumu kaynaştıran millî örf ve adetlerimize önem vermezsek;dejenere olur,benliğimizi yitirir,yabancı kültürlerin etkisi altında kalarak,aşağılık duygusuna kapılırız.Din,vatan,bayrak,tarih,dil,kültür,örf ve anane gibi birleştirici değerlerimize bağlı kaldığımız sürece de,birbirimizi sever,milletçe güçleniriz.
  Yazımızı bir ayet-i kerime mealiyle noktalayalım:

"Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar,Allah,onlarda bulunanı değiştirmez"(5)


________________________
1-Tirmizi
2-Riyazu's-Salihin Tercemesi,1/228
3-Mev'iza-i Abdullâtif Efendi ve an-Nizamü'l-İslâmî;R.Salihin 1/230
4-Riyazu's-Salihin Tercemesi,1/73
5-Rad Sûresi,ayet:11




Devamını Oku

NAMAZIN TANIMI VE ÖNEMİ


NAMAZIN TANIMI VE ÖNEMİ
  Yaratılışımızdaki gaye Allah'a kulluk etmektir.Allah'a kulluk etmenin en mükemmel şekli ise namazdır.Zira namaz, "Müminin miracı" , "dinin direği"sayılan ve insanı günde beş vakit Allah'ın huzuruna çıkma şerefine erdiren yegâne ibadettir.Namazın farziyetini bildiren ayet-i kerimelerden bazıları meal olarak şöyledir:
 "Namazı tam kılın,zekâtı hakkıyla verin,rüknû edenlerle rükû edin."(1),"Namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır."(2)
  Namazın fert ve topluma yararları sayılmayacak kadar çoktur:Namaz,insanı bedenen,ruhen temizliğe yöneltir,maneviyatı,ahlâkı yükseltir,disipline alıştırır,çalışma hızını,zevkini ve gücünü arttırır,kalbi huzura kavuşturur.Cemaatle kılınan namaz,fakir-zengin,cahil-bilgin,memur-amir farkı olmaksızın toplumun her kesimindeki müminleri yanyana getirir;onlara insan olarak Allah katında eşit olduklarını hatırlatır  ve birbirlerine yardımcı olmalarını sağlar,Namazı terketmek dinî hayatı sarsacağı gibi günlük hayatın düzen ve dengesini de bozar.
  Namaz,kul ile Allah arasında manevî bir bağdır.Bu bağın kuvvetlenmesi namaza gösterilen dikkate bağlıdır.Huşu ile kılınan namazın kişiyi kötülüklerden koruyacağı Ankebut Sûresi'inde mealen şöyle belirlenmiştir.
  "(Resûlüm!)Sana vahyedilen Kitab-ı oku ve namaz kıl.Muhakkak ki,namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin)en büyüğüdür.Allah yaptıklarınızı bilir."(3)
  Sevgili Peygamberimize,arkasında Medineli bir gencin namaz kıldığı,ancak her türlü kötülüğü de işlediği haber verildiğinde,Allah Elçisi'nin:"Onun namazı bir gün kendisini fenalıklardan vazgeçirecektir"buyurduğu ve arkadan çok zaman geçmeden o gencin tevbe edip,iyi bir hal sahibi olduğu rivayet edilmiştir.
  Bir kimse namaz kıldığı halde fena huylardan bir türlü vazgeçemiyorsa,o kimse namazı,itiyat halinde,gaflet içinde ve gösterişe hevesli olarak kılıyor demektir.Allah Elçisi'nin lâubali bir davranışla namaza duran birini,"Dön yeniden namaz kıl,çünkü sen namaz kılmadın"şeklinde ikazları,huşu içinde ve tam bir bağlılıkla kılınmayan namazın makbul sayılmayacağını gösterir.
   Erkân ve usulüne uygun olarak kılınan namaz günah işlemekten koruyacağı gibi,günahların affına da vesîle olacaktır.Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de mealen şöyle işaret edilmiştir:
  "Gündüzün iki ucunda,geceninde ilk saatlerinde namaz kıl.Çünkü iyilikler kötülükleri(günahları)giderir.bu,öğüt almak isteyenlere bir hatırlatmadır."(4)Sevgili Peygamberimiz de bu hususta şöyle buyurur:
  "Eğer birinizin kapısı önünde her gün beş defa içinde yıkandığı bir nehir aksa,onun kirinden hiç eser kalır mı?(Dinleyenler)dediler ki,hiç bir şey kalmaz.Bunun üzerine buyurdu ki:İşte beş vakit namaz da böyledir,suyun kiri götürdüğü gibi günahları götürür."(5)
   Günde beş vakit huzuruna durup Yüce Mevlâ'ya hamd eden,O'nu tesbih eden,ibadetin yalnız O'na yapılacağını ve yardımın ancak O'ndan isteneceğini ikrar eden insanın kalbi,Allah sevgisiyle dolar ve her türlü kötülüklerden arınır.Böyle kimseler,başkaları hakkında fenalık düşünmezler,kimsenin namusuna,canına,malına göz dikmezler ve herkesin iyiliğini isterler,Şüphesiz böyle bireylerden oluşan toplumlar,güven ve mutluluk içinde yaşarlar.
   Konuyla ilgili bazı ayet-i kerimeler de şu mealdedir:
"İman edip iyi işler yapan,namaz kılan ve zekât verenler varya,onların mükâfatları Rableri katındadır.Onlara korku yoktur,onlar üzüntü de çekmezler."(6),"Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin.Şüphesiz o (sabır ve namaz),Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir."(7),"Ailene namazı emret;kendinde ona sabırla devam et.Senden rızık istemiyoruz;(aksine)biz seni rızıklandırıyoruz.Güzel sonuç,takvâ iledir."(8)
   İbn-i Mes'ud (R.A),diyor:
 "Ya Resûlallah,dedimi amellerin hangisi daha üstündür?Vakitlerinde kılınan namaz dedi.Sonra hangisi dedim,ebeveyne iyilik dedi.Sonra hangisi dedim.Allah yolunda cihad dedi..."(9) Başka bir hadis-i şerifte de mealen :
   "Kıyamet gününde kula ilk sorulacak şey namazdır.O iyi olursa,diğer amelleri de iyi olur.O bozulursa diğer amelleri de bozulur"(10)buyrulmuştur.
  Namazda zorluk yoktur.Yolcu olanlar,dört rekâtlı farzların iki rekâtını kılarlar.Vaktinde kılamayanlar daha sonra kaza ederler.Ayakta kılamayanlar oturarak,oturamayanlar yattıkları yerde namazlarını eda edebilirler.Bütün bu kolaylıklara rağmen,namaz ibâdeti kendisine zor gelen kimse,kusuru namazda değil,kendinde aramalıdır.
   Yazımı bir hadis-i şerif mealiyle noktalıyorum:
"Allahu Teâla,farz kıldığı beş vakit namazı,abdestini güzel alıp,rükû ve huşuunu tamamlayarak vaktinde kılan kimseyi bağışlayacağına söz verir.Böyle yapmayana Allah'ın va'di yoktur.İsterse affeder,isterse azab eder."(11)

____________________________
1-Bakara Sûresi;ayet:43
2-Nisa Sûresi;ayet:103
3-Ankebut Sûresi;ayet:45
4-Hüd Sûresi;ayet:114
5-Buharî,mevakit 1/134
6-Bakara Sûresi;ayet:277
7-Bakara Sûresi;ayet:45
8-Tâ-Hâ Sûresi;ayet:132
9-Feyzu'l-kadir,1/164
10-Tirmizi,Salât,188
11-Ebû Davûd,Mısır 1371,1/100

Devamını Oku